Farkındalık getiren teravih namazı, 'Enderun Teravihi'


Bundan 70-80 yıl öncesinin Ramazanlarında İstanbul’un bütün câmilerinde ve konaklarda kılınan terâvih namazlarında uygulanan, ancak daha sonra unutulup büyük camilerden bile kalkan bir gelenek olan "Enderun Teravihi" yeni  projelerle tekrar diriltilmeye ve yaşatılmaya çalışılıyor. 

Enderun usulü teravih namazı kıldıran Valide-i Cedid Camii müezzini Ahmet Uzunoğlu'yla "Enderun usulü teravihi" üzerine konuştuk.

“Enderun usulü teravih” nedir?
Enderun usulü teravih, Osmanlı’da Enderun Sarayı’nda kılınan bir teravih şekli. Saray ahalisine, saraydaki kişilerle öncelikle kılınırmış daha sonra İstanbul’un belli camilerine… yani halka doğru yayılmış saraydan. Önce bu sarayda başlamış o yüzden “Enderun” ismini buradan almış. Saray içerisinde başlayıp zaman içerisinde halka, İstanbul içerisindeki camilere yayılmış ve 100 yıl öncesine kadar bu gelenek İstanbul’da uygulanırmış.

100 yıldır unutulmuştu bu usul. Tekrar hatırlatma fikri nereden çıktı?
Mehmet Kemiksiz ve Ahmet Şahin, “Avrupa 2010 Kültür Başkenti Ajansı”na bunu proje olarak verdiler, bu işin üstatları onlar. Biz aynı musiki korosundayız. Bu proje Kültür Ajansı’nın en prestijli projelerinden biri haline geldi 2010’da.
2010 yılında 29 camide uyguladık ve bunun hamiliğini de 2010 Kültür Başkenti Ajansı üstlenmişti. Yani biz yeni bir şey çıkarmadık. Unutulan bir geleneği yeniden canlandırdık. 2010 yılının Ramazanı'nda imamlık yapan Ahmet Şahin’le ikimizdik. 30 kişiden oluşan bir koromuz vardı

Osmanlı döneminde “Enderun usulü Teravih” hangi camilerde kılınıyordu?
Hırkayı Şerif Camiinde mesela kılındığını biliyorum. İstanbul’da sur içerisindeki camilerde kılındığı söyleniyor. Süleymaniye, Fatih Camii, Beyazıt Camii, Nuru Osmaniye… Yani sur içindeki camileri söyleyebiliriz.

“Enderun usulü teravihin” özelliğinden bahseder misiniz? Diğer teravih namazlarından farkı nedir?
Şimdi burada bir makam, musiki işin içine girmiş oluyor. Yani musikiyle kılınan bir namaz. İmam ve müezzin topluluğunun birbirlerine makamlarını paslaşarak aynı zamanda bir bütün oluşturması gerekiyor.  Burada tabi imamın iyi bir musikişinas olması lazım ve aynı şekilde müezzinlerin de birbirlerini anlamaları lazım. 
Kalburüstü bir musiki bilgisine, kültürüne ve birikimine sahip olmaları gerekir ki “Enderun” uygulansın. Yoksa musiki de kullanılmaz. O zaman ki halkın kültürü çok yüksek, saraydakilerin daha da yüksek. Öyle bir ortam ki 3 bin tane ilahiyi bilen bir görevli Süleymaniye’ye gelmiş, “Ne günlere kaldık!” diye eleştiri konusu olmuş. 3 bin tane notalı ilahi ezbere bilen bir müezzin Süleymaniye’ye atanıyor ve "Payitaht ne günlere kaldı" diye eleştiri konusu oluyor. Yani o kadar musiki kültürüne sahip bir topluluk var o zaman.

Musiki açısından tekniği nedir bu işin?
Musiki açısından tekniğine girecek olursak işte her dört rekat ayrı bir makamda kılınıyor. Müezzin makamı veriyor, imam devam ettiriyor veya imam makam geçişi yapıyor, müezzin devam ediyor. Arada tervihalarda hocanın selam verdiği makamdan ilahilerle orayı süslüyorlar. Yani her dört rekat ayrı bir makamda teravih namazı kılınıyor.

Burada amaç nedir?
Teravih zaten “terviha”dan geliyor, “terviha” demek, dinlenmek demek. Yani hem namaz kılmak hem de dinlenmek, insanlara hoş bir vakit geçirtmek. Namazın nasıl bittiğini adeta insanlar anlamasınlar. Eziyet veren bir ibadet halinden çıkarıp insanlara rahatlama, huzur, coşku veren bir ibadete dönüştürmek amacıyla Osmanlı’nın oluşturmuş olduğu bir gelenek.

Kaç kişilik bir ekipsiniz?
Bizim şu anda 30-40 kişilik bir ekibimiz var.

Hepiniz aynı camide mi oluyorsunuz?
Yok, hayır. İstanbul’un değişik camilerinde oluyoruz.

“Enderun usulü teravih” de musiki-namaz ilişkisini, yapılış şekliyle sırasıyla anlatır mısınız?
Enderun usulü teravih, ezanla başlar vitir namazıyla biter. En başta Irak makamında temcid okunur. Temcidin peşinde sela okunur, selanın sonunda rasta getirilir, rast makamında yatsı ezanı okunur… İlk kametle böyle devam eder.
Yatsının ilk dört rekatı rast makamında devam eder. Yatsının son sünnetinin ardından “Sübhanallahi velhamdülillahi velâ ilahe”yi isfahan makamında müezzin verir, imam ilk dört rekatı isfahan makamında kıldırır. Ardından sırayla 2. dörtlükte sabâ makamında kıldırır. Ardından üçüncü dörtlüğü hüseyni kıldırır. Üçüncü dörtlükten sonra eviçe geçilir. Dördüncü dörtlüğü eviç makamında kıldırır. Dördüncü dörtlüğün içerisinde acem aşiran makamına geçer. Acem aşiran makamında bitirir, sonra segaha getirir veya rasta getirir. Vitir namazı segah makamıyla başlar karciayla geçilir. Karciayla selam verilir. Bu şekilde gider gider hoca en sonunda Fatiha makamında aldığı emaneti tevdi eder. 

Kaç makam oluyor?
Beş makam.

“Enderun usulü teravih” yaptığınız arkadaşlar bir musiki eğitimi aldılar mı?
Tabi tabi. 15-20 yıldır beraberiz. 

İnsanlar “Enderun usulü teraviye” nasıl bakıyor?
Şimdi biz bunu öğrenciyken ilahiyat camiinde başlatmıştık. Mehmet Kemiksiz, Ahmet Şahin ve ben. Yunus Balcı da vardı o zaman, Halid Duran kardeşimiz vardı. Tabi onlar şimdi ayrı çalışıyorlar. İlahiyat camiinde başlattık, sonra Üsküdar’da Gülnuş Valide Sultan Camisinde yapıyorduk. O zamanlar bu neymiş ya falan diyordu insanlar. Hatta ilahiyat camisinde bir Karadenizli abimiz “Bir kemençe koyunda oynayalım. Bir kemençeniz eksik” demişti. Fakat insanlar bugün alıştı. 2010 yılında işte büyük bir proje olarak biz bunu ortaya çıkardık. İşte bugün Üsküdar Belediyesi üstlendi. Bakıyorum ben İstanbul Müftülüğü bu işi üstlendi. Enderun korosu oluşturuldu, biz de onlara destek verdik.
Artık o eski geleneğimiz tekrar neşvünema buldu. İnsanlar artık alışıyor. 10 yıldır Üsküdar Yeni Camii'nde, benim görevli olduğum Gülnuş Valide Sultan Camii'nde Mehmet Kemiksiz, Ahmet Şahin ve 7-8 kişilik grupla devamlı yapıyorduk. 
İnsanlar eskiden ilahi okunduğunda bakıyordu, şimdi ilahilere eşlik ediyor insanlar. Yani bunun lezzetini aldılar insanlar, alıştılar. Ve bu yayılıyor günden güne. Anadolu’ya doğru gidiyor. 

“Enderun usulü teravihin” insanların üzerinde ne gibi bir değişiklik yapacağını düşünüyorsunuz?
Farkındalık getirir insanlara. Ecdadını tanır. Hiçbir şey olmasa bile diyorum ki “Ha bizim ecdadımız böyleymiş!..” bunu bilseler yeter. Ve buradan bir ders çıkarıp herkes kendi eksiğini giderme yoluna belki gider. Görevli olur, imam olur,  müezzin olur, müftü olur, vaiz olur, cemaat olur. Yani buradan maksat Osmanlı’nın güzelliğini sunmak, bizim ecdadımız neler beceriyormuş onu göstermek…
En azından bunu tanıtmak, bile  başlı başına yeter diye düşünüyorum. Ve insanlar kendi eksikliğini giderip, kendilerinin ne kadar eksik olduğunu, bu konuda boş halleriyle ecdada layık olamayacaklarını, ecdada layık olmak için de daha çok alması gereken mesafe olduğunu insanlara anlatmanın, bu konuda bir aracı olmanın huzuru içerisindeyim şahsen. İnsanlara bu farkındalığı yaşattığım içinde en azından o üzerimdeki görevi de bir sorumluğu da yerine getirmenin manevi hazzı içerisindeyim.