Eylül 2013’te 201. sayısı
yayımlanan HECE dergisi, 1997 yılında
yayınlanmaya başladı. Adını, Yunus Emre’nin "Başları ucunda hece taşları / Ne
söylerler ne bir haber verirler" dizelerindeki ‘hece’
sözcüğünden alan dergi, kültürel değerlerimize dikkat çeken, yeni değerler
üreten, varlığını, güzel eylemler gerçekleştirmeye adadığını açıklayan bir
dergi.
Her yıl, ocak ve haziran
aylarında birer özel sayı yayımlayan HECE ve
HECEÖYKÜ dergileri; edebiyat, düşünce ve kültürümüze mal olmuş
kişileri ve tematik konuları inceliyor.
“Türkiye’de
dergiciliğin sorunlarını” Hece dergisi, Hece Yayınları ve Heceöyküdergisinin
kuruluşunda bulunan ve dergi çalışmalarına devam eden Abdurrahim Karadeniz Bey’le konuştuk.
"HECE,
VARLIĞINI GÜZEL EYLEMLER GERÇEKLEŞTİRMEYE ADADI"
Öncelikle
bize derginizi tanıtır mısınız? Hangi amaçla ne zaman yayın hayatınıza
başladınız? Ne tür eserler yayınlıyorsunuz? Yayın politikanız nedir?
HECE dergisinin birinci sayısı,
15 Şubat 1997’de yayımlandı. 1997’nin sonuna değin her ayın 15’inde yayımlanan
dergimiz, daha sonra her ayın birinde yayımlanmaya başlandı.
Dilimizin anlam, anlatım,
düşünce, sanat, edebiyat duyarlığını beraberce solumanın; esenlik ve hassasiyet
arayışının sonucu olarak doğan HECE, adını, Yunus Emre’nin ‘Başları ucunda hece taşları / Ne söylerler ne bir haber
verirler’ dizelerindeki ‘hece’ sözcüğünün kullanım anlamından aldı.
HECE,
varlığını, adına uygun olarak ‘güzel eylem’ler gerçekleştirmeye adadı:Kültürel
‘değer’lerimize dikkat çekmek, yeni ‘değer’ler üretmek, gerçekleştirmek
istediği güzel eylemlerin başında gelir. Eylül 2013’te 201. sayısı yayımlanan
HECE, şimdiye kadar yirmi altı adet ansiklopedik çapta özel sayı yayımladı. Her
yıl, ocak ve haziran ayında birer özel sayı yayımlayan dergimiz; ocak
sayılarında edebiyat, düşünce ve kültürümüze mal olmuş kişileri, haziranda yayımladığı
özel sayılarda da tematik konuları inceliyor.
HECEÖYKÜ dergisinin birinci
sayısı, 1 Şubat 2004’te yayımladı. Adı üzerinde (iki aylık) bir öykü dergisi
olan HECEÖYKÜ, şimdiye değin, öykü türünün Türkçedeki tarihî serüvenini, öykü
sorunlarını, Türk öykü hinterlantını ele alan zengin öykü dosyaları yayımladı.
Ayrıca Türkçe öykü birikimini etkileyen, yakın coğrafyamızın öykü oluşumlarını
da dosya konuları arasına katan dergimiz, yeni öykücülere de sayfalarında yer
veriyor.
‘Ne tür eserler yayımlıyorsunuz?’,
‘Yayın politikanız nedir?’ gibi soruları pek anlamlı bulmadığımı belirtmeliyim.
Ama yine de bu sorularla kastettiğiniz; anladığım kadarıyla cevaplamaya
çalışayım.
HECE’yle HECEÖYKÜ, sadece dergi
yayımlıyor: Başka bir şey yayımlamadığı gibi dergiden başka bir yayın yapma
düşüncesi de taşımıyor.
Yayın politikanız nedir,
sorusunu, yayın politikamız; bir şapka, bir gözlük, bir kalem… vb. yani bir
nesne olmadığı için ‘Yayın politikanızı anlatır mısınız?’ sorusuna cevap
vererek karşılamak isterim.
Dergilerimizde ince, zarif;
belli bir sanat ve edebiyat düzeyinin üzerindeki edebî ürünleri yayımlamak
isteriz.
"KÜLTÜRÜMÜZDE ‘DERGİ’, DAHA ÇOK BİR KAVGA ARACI OLARAK
DOĞDU VE GELİŞTİ"
İngiliz
edebiyat tarihçisi Mark Parker, 1800'lü yıllarda İngiltere’de dergiciliğin
“soyluluk mücadelesi” için bir araç olma özelliği gösterdiğini söylüyor.
Osmanlı’dan günümüze Türkiye’deki dergiciliğin tarihsel gelişimini de
düşündüğünüzde bizde yayınlanan dergilerin nasıl bir mücadelenin aracı olduğunu
düşünebiliriz? Bu anlamda Türkiye’de dergiciliğin geçmişini, hangi dönemlerden
geçerek bugünlere ulaştığını söyleyebilirsiniz?
Batı ülkelerinden farklı olarak
kültürümüzde ‘dergi’,
1876’dan beri, daha çok bir kavga aracı; bir grubun karşı gruba ya da gruplara
çevrilen silahı gibi doğdu ve öyle gelişti. Çoğu zaman da bu silahların
tetikleri peş peşe düşürülüp birileri, birilerini ötekileştirebildi…
Entelektüel hayatımız, çok uzun süre, insanî duyarlığı, hassasiyeti hatta insanî
algıları bastıran bu gürültü patırtı ortamında kaldı. Dergilerin ülkemizdeki bu
varoluş biçimi, günümüze değin sürdü ne yazık ki.
HECE’yle HECEÖYKÜ; yüksek
sesle, büyük harflerle, başkalarını rahatsız edecek biçimde konuşmanın,
kavganın dergisi olmayı seçmedi. Dergilerimizin bu yayın anlayışları,
dostlarımız tarafından çoğunlukla yadırgandı ve eleştirildi. Sükûnetin,
derinliğin, birlikteliğin yani anlamanın dergisi olmayı seçmek, pek alışıldık
bir durum değildi çünkü. Ancak şimdilerde ülkemizde yayımlanan dergilerin
‘anlam’ ve ‘değer’ üretiminde daha ciddi tavırlar takındığı söylenebilir.
Sanırım artık dergiler, bir başka derginin varlığıyla yerinin daraldığını
düşünmüyor. Bu durumu, güzel bir gelişme olarak görmek gerekir.
"DERGİLERİN
EKOL OLMA ÖZELLİĞİ GÜNÜMÜZDE DE SÜRÜYOR"
Türkiye’de
dergilerin eskiden bir okul işlevi gördüğünü, yeni düşünceler doğurduğunu,
fikir tartışmaları yürüttüğünü biliyoruz. Düşüncenin ve hayatın merkezinde olan
dergileri bugün baktığınızda nerede görüyorsunuz?
Ülkemizin sanat ve entelektüel ortamı, doksanların sonuna kadar genellikle ortak bir mekânda (bir şehirde, bir ofiste örneğin) zaman zaman bir araya gelir, en azından uzunca bir süre birlikte olabilir, dergi kadroları birbirleriyle sıcak ilişkiler kurabilirdi. Elbette kişisel ilişkilerin sıcak temasla gerçekleştiği böyle ortamlarda bir okul/ekol sesi verebilmek oldukça kolaydı. Çünkü böyle sıcak ortamlarda yazınsal kişilikler, bir ortak paydada gün geçtikçe pekişip kuvvetlenebilir. Geçmişin ekol/okul olmuş dergileri, sıcak ortamların ve ilişkilerin ürünü olarak bir ustanın kendine benzeyen çıraklar yetiştirdiği adresler oldu. Bu adreslerde, birliktelik kültürü ve terbiyesi hem kişiliğe, hem yaşantıya hem de yazıya aksediyor ve ortak değerler paylaşılarak çoğaltılabiliniyordu. Dergi çevrelerinde bir anlayış ve disiplin paylaşılarak kökleştirilirdi. Tabi böyle olabilmesi için derginin kullanabileceği yeterli bir mekâna ihtiyacı vardı. Sanırım dergilerin okul veya ekol oluşu işte böyle bir süreçle gerçekleşiyordu.
Ülkemizin sanat ve entelektüel ortamı, doksanların sonuna kadar genellikle ortak bir mekânda (bir şehirde, bir ofiste örneğin) zaman zaman bir araya gelir, en azından uzunca bir süre birlikte olabilir, dergi kadroları birbirleriyle sıcak ilişkiler kurabilirdi. Elbette kişisel ilişkilerin sıcak temasla gerçekleştiği böyle ortamlarda bir okul/ekol sesi verebilmek oldukça kolaydı. Çünkü böyle sıcak ortamlarda yazınsal kişilikler, bir ortak paydada gün geçtikçe pekişip kuvvetlenebilir. Geçmişin ekol/okul olmuş dergileri, sıcak ortamların ve ilişkilerin ürünü olarak bir ustanın kendine benzeyen çıraklar yetiştirdiği adresler oldu. Bu adreslerde, birliktelik kültürü ve terbiyesi hem kişiliğe, hem yaşantıya hem de yazıya aksediyor ve ortak değerler paylaşılarak çoğaltılabiliniyordu. Dergi çevrelerinde bir anlayış ve disiplin paylaşılarak kökleştirilirdi. Tabi böyle olabilmesi için derginin kullanabileceği yeterli bir mekâna ihtiyacı vardı. Sanırım dergilerin okul veya ekol oluşu işte böyle bir süreçle gerçekleşiyordu.
Günümüz dergileri de yukarıda
özetlemeye çalıştığım gibi oluşum süreçlerinden yararlansa da iletişim
teknolojileri, sanat ve entelektüel ortamların sınırlarını şehirler, ülkeler
hatta kıtalar ötesine taşıdığından daha geniş, yepyeni bir dünyanın birikimini
derler durumda. Şimdi kıtalar arası iletişim çok kolay, nerede bulunursa
bulunsun istediğiniz kişiyle iletişim kurabilir, entelektüel derinliklere
dalabilirsiniz. İletişimin dergi mekânlarını böylesine genişletmesi elbette
dergilerin ekol olma özelliğini de kısmen ortadan kaldırdı. Buna rağmen dergi
mekânları hâlen geleneksel oluş tarzlarını koruyup sürdürebiliyor. Dergi
mekânlarına sıkça gelip giden yazar ve şairler, dergilerin anlayışlarına,
hassasiyetlerine katılan genç insanlar, dergilerin ekol olma özelliğini
günümüzde de sürdürebilmelerini sağlıyor.
"DERGİCİLİK,
ÇOK YÖNLÜ BİR DENGE İŞİ"
İki de
bir kapanan, satmayan, okunmayan, sürekli olduğu yerde dönüp duran, boyu ne
uzayan ne de kısalan dergilerin olduğuna şahidiz. Matbu dergilerin en temel
sıkıntılarından birisi de ya ferdi ya da belli gruba dayanarak belli bir süre
sonra kısır döngüye hapsolmaları. Dergilerin böylesine bir kısır döngüye
hapsolmasının nedenleri nelerdir? Bunun dergiciliğe olumlu ya da olumsuz
anlamda sonuçları neler oluyor?
Yayın hayatı kısa süren dergiler elbette oldukça fazla. Dergicilik çok yönlü bir denge işi… Dengeyi bozan bir bileşen, derginin hayatına mal olabiliyor. Kültür sanat düzleminde de derginin varoluşunu sağlayan bileşenlerin farklılaşmaması, bozulmaması için çok özel emek gerekiyor ne yazık ki. Çoğu zaman bu denge bozulabiliyor ve dergi, kelebeğin ömrü gibi kısacık bir hayat sürüyor. Ama yine de güzel; kelebek gibi çünkü. Keşke böyle olmasa ama biliyorsunuz kelebekler de uzun süre yaşayamıyor.
Yayın hayatı kısa süren dergiler elbette oldukça fazla. Dergicilik çok yönlü bir denge işi… Dengeyi bozan bir bileşen, derginin hayatına mal olabiliyor. Kültür sanat düzleminde de derginin varoluşunu sağlayan bileşenlerin farklılaşmaması, bozulmaması için çok özel emek gerekiyor ne yazık ki. Çoğu zaman bu denge bozulabiliyor ve dergi, kelebeğin ömrü gibi kısacık bir hayat sürüyor. Ama yine de güzel; kelebek gibi çünkü. Keşke böyle olmasa ama biliyorsunuz kelebekler de uzun süre yaşayamıyor.
Önemli olan, dediğiniz gibi çok
okunmak, çok satılmak, gündem oluşturmak vb. popüler algılarla ölçülmeye
çalışılan şeyler değil. Hatta bunların hiç önemi yok. Bir dergi bunları
önemsediği kadar kendini, kimlik ve kişiliğini, sesini ve özgünlüğünü yitirir.
Bir dergi, satış rakamından çok özgünlük demektir. Satışı önemseyen yayın,
kişiliğiyle bağımsızlığını koruyamaz. Hiç kuşkusuz iyi bir edebiyat dergisi,
kapanma pahasına kendi olmayı tercih etmeli. Çünkü ‘değer’, popülizmle ters
orantılıdır.
Matbu dergilerin
sıkıntılarından birinin de ‘ferdi ya da belli bir gruba dayanarak’
yayımlandıkları için bir süre sonra bir ‘kısır döngüye düşmeleri’ni
gösteriyorsunuz. Bu tespit doğru… Ama bu ülkede hangi alan, bu tespitin dışında
konuşlandırılabilir? Sanal âlem dergilerinde aynı durum söz konusu değil mi?
Bir toplumun insan kalitesi, bu sokakta böyle de bir başka sokakta başka türlü
mü? Bütün sokaklarda aynı insanlar, aynı rahatsızlıklar, aynı harislikler, aynı
saplantılar, aynı açmazları yani aynı düzey ve kaliteyi görüyorum ben. Hiç
kimse bizim sokağımız daha sorunsuz diyemez. Önemli olan, bizim sokak, sizin
sokak algısının dışına çıkıp şehir bilincine erebilmek.
"ERDİĞİNİ DÜŞÜNENLERİN GÜRÜLTÜSÜ, ‘EREN’LERİN SÖZÜNÜ
BOĞMUYOR MU?"
Günümüzde
dergiler internetle birlikte bir değişim dönüşüm geçiriyor. Matbu dergiler her
geçen gün okur kaybedip kapanırken, internet dergileri gün geçtikçe daha da
çoğalıyor... Türkiye’de son yıllarda okur sayısı düşüyor kullanıcı sayısı
artıyor. Peki, tablet bilgisayarlar ve mobilleşen dünya dergicilik için bir
tehdit mi yoksa bir fırsat mı?
Elbette hayatın bütün alanlarında değişim, büyük bir hızla sürüyor. Belki bir gün, yayın faaliyetlerinin hepsi sanal âlemde gerçekleşir. Bu değişimin durumunu değerlendirmek için matbuat çalışmalarının tabiat tahribatıyla sanal âlem yayınlarının tabiat tahribatı kıyaslanmalı… Hangisi daha çok tabiatı tahrip ediyor dersiniz? Şahsen ben tabiatı daha az tahrip eden yayıncılıktan yanayım.
Elbette hayatın bütün alanlarında değişim, büyük bir hızla sürüyor. Belki bir gün, yayın faaliyetlerinin hepsi sanal âlemde gerçekleşir. Bu değişimin durumunu değerlendirmek için matbuat çalışmalarının tabiat tahribatıyla sanal âlem yayınlarının tabiat tahribatı kıyaslanmalı… Hangisi daha çok tabiatı tahrip ediyor dersiniz? Şahsen ben tabiatı daha az tahrip eden yayıncılıktan yanayım.
Elbette tablet bilgisayarlara
bulanmış ve mobilize edilmiş bir dünyada, matbuatın değer yitiminden söz
edilebilir. Ancak bütün bu dedikleriniz bir başka açıdan ne denli tüketim
toplumu olduğumuzu da gösteriyor. Örneğin ‘kullanıcı’ denirken ‘tüketici’ mi denilmek isteniyor acaba, diye
düşünüyor insan. HECE’yle HECEÖYKÜ tüketici peşinde olmadı. Tam tersine
okuruyla bütünleşen ve okunurken çoğalan, artan bir ‘kıssatün lâ tentehi’ olmak, çok daha önemli bizim için. Bu
açıdan bakıldığında gelecek, ne bir fırsat ne de bir tehdit getiriyor.
Öte yandan mobilize dünyanın
imkânlarını çok iyi bildiğim söylenemez. Bu yüzden ortaya çıkan yeni durumun
dergicilik bağlamında nereye tekabül ettiğini tam kestiremiyorum. Lakin size ‘sanal bir kirlilik’ten
söz edebilirim. Meraklı, ilgili her kişi, kendi başına veya birkaç arkadaş,
kendilerine göre sanal dergiler/yayınlar yapabiliyor. Tam bu noktada ürpertiden
söz edilebilir: Konuşacak
sözümüzün çoğaldığı okuyup düşünecek zamanımızın azaldığı bir düzlem, size de
ürperti veriyor mu? Burada
bir yabancılaşma görüyor musunuz? Erdiğini
düşünenlerin gürültüsü, ‘eren’lerin sözünü boğmuyor mu sizce de?
"DERGİ YAYIMLAMAK FARZ DEĞİL"
Tablet
ve mobil uygulamalara derginizi hazırlıyor musunuz? Gelecekle ilgili
planlarınız neler?
Tablet ve mobil uygulamalara dergilerimizi hazırlamıyoruz. Nasıl bir hazırlık yapılabileceğini de merak etmiyoruz. Çünkü bütün alanlarda, köşelerde durmak ve var olmak şart değil bizim için. Belki bu yüzden yakın gelecekte, geçmiş yüzyılın dergileri olarak anılacağız. Böyle de olsa kendi yolumuzu yürümeyi sürdüreceğiz.
Tablet ve mobil uygulamalara dergilerimizi hazırlamıyoruz. Nasıl bir hazırlık yapılabileceğini de merak etmiyoruz. Çünkü bütün alanlarda, köşelerde durmak ve var olmak şart değil bizim için. Belki bu yüzden yakın gelecekte, geçmiş yüzyılın dergileri olarak anılacağız. Böyle de olsa kendi yolumuzu yürümeyi sürdüreceğiz.
Derginizin
reklam, dağıtım, telif ücreti gibi problemlerini nasıl çözüyorsunuz. Bu anlamda
dergiciliği genel anlamda problemlerini düşündüğünüzde, Türkiye’de
dergiciliğinin içinde bulunduğu çıkmazların neler olduğunu düşünüyorsunuz?
Sözünü ettiğiniz problemlerin hepsini tek başımıza çözmek olanaklı değil. Bu yüzden bazı problemleri çözmüyor, bazılarını imâ ile geçiyor, bazılarını da daha çok özveride bulunarak aşıyoruz. Aşamadığımız problemlerden mustaribiz ama şikâyetçi değiliz. Çünkü dergi yayımlamak farz değil.
Sözünü ettiğiniz problemlerin hepsini tek başımıza çözmek olanaklı değil. Bu yüzden bazı problemleri çözmüyor, bazılarını imâ ile geçiyor, bazılarını da daha çok özveride bulunarak aşıyoruz. Aşamadığımız problemlerden mustaribiz ama şikâyetçi değiliz. Çünkü dergi yayımlamak farz değil.
Bugünün
dergileri yazar yetiştiriyor mu? Sizin derginizde yetişen yazarlar kimler oldu?
Evet, dergilerle önce okur,
sonra yazar yetişiyor. Dergimizde yetişen birçok okur ve yazar var. Edebiyat
kamuoyu bu arkadaşlarımızı zaten tanıyor.