Haksöz Dergisi, 1991 yılında Marmara İlahiyat Fakültesi
öğrencilerinin emeklerinin
mahsulü olarak İstanbul merkezli çıkmaya başlayan, geçmişteki kökleri kendisine
temel alan ve bunlara geri dönüşü amaçlayan bir harekettir. Hareket kendisini
daha ziyade bir İslami
uyanış hareketi olarak
tanımlıyor.
Haksöz dergisi, bu amaçla kendisini çağdaş İslami ihya ve öze dönüş hareketinin bir parçası olarak görmekte ve metodolojik olarak Cemaleddin Afgani, Muhammed Abduh, Seyyid Kutup, Ali Şeriati, Reşid Rıza, Muhammed İkbal gibi öze dönüş ve uyanış yanlısı düşünür ve yazarların izinden gitmektedir.
Haksöz, yayın süreci içerisinde Kur’an çalışmalarına, fikri-düşünsel-araştırma içeriklerine, edebi yazılara ve siyasi gündeme ilişkin Müslümanların zihin yapısını diri tutmayı amaçlayan makale, haber ve yorumlara yer vermektedir.
Türkiye’de Dergiciliğin Sorunları’nı Haksöz Dergisi yazarı Bahadır Kurbanoğlu ile konuştuk.
Haksöz dergisi, bu amaçla kendisini çağdaş İslami ihya ve öze dönüş hareketinin bir parçası olarak görmekte ve metodolojik olarak Cemaleddin Afgani, Muhammed Abduh, Seyyid Kutup, Ali Şeriati, Reşid Rıza, Muhammed İkbal gibi öze dönüş ve uyanış yanlısı düşünür ve yazarların izinden gitmektedir.
Haksöz, yayın süreci içerisinde Kur’an çalışmalarına, fikri-düşünsel-araştırma içeriklerine, edebi yazılara ve siyasi gündeme ilişkin Müslümanların zihin yapısını diri tutmayı amaçlayan makale, haber ve yorumlara yer vermektedir.
Türkiye’de Dergiciliğin Sorunları’nı Haksöz Dergisi yazarı Bahadır Kurbanoğlu ile konuştuk.
"HAKSÖZ, DÖNEMİN MARMARA İLAHİYAT ÖĞRENCİLERİNİN
KATKILARIYLA ÇIKTI"
Öncelikle
bize derginizi tanıtır mısınız? Hangi amaçla ne zaman yayın hayatınıza
başladınız? Ne tür eserler yayınlıyorsunuz? Yayın politikanız nedir?
Haksöz dergisi, 1991 yılının
Nisan ayında yayın hayatına başladı. Kapakta yer alan “Kur’an’ın aydınlığına
doğru” mesajı 270. sayısına ulaşan dergimizin şiarı olmuştur. Her ne kadar
dönemin Marmara İlahiyat Fakültesi öğrencilerinin emeklerinin mahsulü olarak
çıkmaya başlasa da daha ilk sayısında “Çıkarken” başlıklı yazıda şu hususların
altı çizilmiştir:
Dergimizin çıkış amacıyla
ilgili bizatihi o dönemde altını çizdiğimiz hususları ise şu şekilde özetlemek
mümkündür:
“-
Hakikatin şahitliğini yapmakta müminlere öncülük yapan Rasulullah (s)'ın örnek
ahlakını ve onun bütün yaşamında rehber edindiği ana kaynağımızı iyi kavramalı
ve kavradıklarımızı yaşama geçirmeliyiz.
-
Müslümanların inançlarına musallat olan teslimiyetçiliği, hurafeleri,
ölçüsüzlüğü gidermek ve onları ıslah etmek yollarını araştırmalıyız.
-
Zalimlerin, fasıkların, kâfirlerin bütün engellemelerine ve baskılarına rağmen
mücadele azmimizi yükseltmeli ve tebliğ yollarımızı ödünsüz olarak
oluşturabilmemiz.
- Her
türlü şirke, zulme, sömürüye, sapkınlık ve sapıklıklara karşı gücümüz
yettiğince nasıl bir tavır takınacağımızı göstermeli ve taşıdığımız hakikatlerin
şahitliğini yapmalıyız. Hz. Muhammed'in inkılâpçı mücadele çizgisini
yaşatmalıyız.
-
Egemen şirk sisteminin ürettiği veya kullandığı her türlü bölgeci, sınıfçı,
ulusçu saplantıları aşarak ümmet bilincinin yılmaz taşıyıcıları olmalıyız.
-
Allah'ın ayetlerini gizleyen, amelsiz bilgileriyle ululuk taslayan, Allah'ın
adıyla aldatan fasıkların cahili planlarını sergilemeli, insanlara tevhidi
mücadele yolunu göstererek saflarımızı sıklaştırmalıyız.
- Vahyî
doğruları dile getirirken kulların kınamasından veya baskısından değil,
muhatabımızı seçmekte veya kullandığımız üslupta yanlışlık yapmaktan
çekinmeliyiz. Nefsi ve beşeri çıkarlara, pragmatik ilişkilere, iki yüzlü
uygulamalara sapmadan sadece ve sadece Allah'ın rızasını gözetmeliyiz,
ilkesizliğe, teslimiyetçiliğe, hile ve yalana, uyuşukluğa kesinlikle ödün
vermemeliyiz.”
Nihayetinde Haksöz, vahiy-hayat
ilişkisinin doğru kurulması endişelerine mebni olarak “Bilgi, İnanç, Eylem”
kararlılığıyla yayın hayatına girmiştir. Yukarıdaki ilkelerde anlaşmış olan
Müslümanların birlikte çıktıkları bir yolculuğun neşriyata yansıyan hali olarak
da ifade edilebilir. Doğru/sahih eylemlilik/pratik/salih amel (ıslah edici
amel) için dosdoğru bir iman; ve dosdoğru bir imana ulaşabilmek için de
dosdoğru bir itikad, usuli’d-din bilgisi. Bilginin sağlamlığının sürekli salih
amellerle sınanması gerekliliğine vurgu yapan bir süreklilik olarak da ifade
edilebilir Haksöz.
Bu meyanda yayın süreci
içerisinde Kur’an çalışmalarına da fikri-düşünsel-araştırma içerikli eserlere
de edebi yazılara da siyasi gündeme ilişkin Müslümanların zihin yapısını diri
tutmayı amaçlayan makale ve haber-yorumlara da yer verilmiştir doğal olarak.
Dergi kapakları, gündem
yazıları, soruşturmalar, edebiyat sayfaları bunun bir göstergesidir. Bazen
Cezayir’de zulme maruz kalan Müslümanlarla dayanışma içerikli bir kapak, bazen
Şırnak’ta Kürt halkına yönelik işlenen cinayetlere protesto, bazen Seyyid Kutub’u ve onun
da yolunda yer aldığı Kur’ani bilinçlenme sürecini anma amaçlı bir başlık;
Mısır-Suriye konusundan çağdaş ya da kadim İslam düşünürlerine; Ebu Hanife’nin temsil
ettiği misyonun doğru kavranmasından muhkem-müteşabih, nasih-mensuh, hadis ve
sünnet konularına ya da Filistin’de eli sapanlı bir çocuğa dair yazılmış
şiirlere kadar Haksöz’ün sayfalarında yer bulan konuların çeşitliliği, hayatın
getirdiği ve dinimizin sorumluluk olarak omuzlarımıza yüklediği her konuda
İslami kamuoyu başta olmak üzere, ülke insanına katkı sağlamayı ve
bilinçlendirmeyi amaçlamıştır.
"ENTELİJANSİYA KENDİSİNİ DERGİLER YOLUYLA İFADE ETTİ"
İngiliz
edebiyat tarihçisi Mark Parker, 1800'lü yıllarda İngiltere’de dergiciliğin
“soyluluk mücadelesi” için bir araç olma özelliği gösterdiğini söylüyor.
Osmanlı’dan günümüze Türkiye’deki dergiciliğin tarihsel gelişimini de
düşündüğünüzde bizde yayınlanan dergilerin nasıl bir mücadelenin aracı olduğunu
düşünebiliriz? Bu anlamda Türkiye’de dergiciliğin geçmişini, hangi dönemlerden
geçerek bugünlere ulaştığını söyleyebilirsiniz?
Abdülhamid döneminde başlasa da yoğun olarak II. Meşrutiyet döneminde çıkmaya başlayan
irili ufaklı onlarca derginin yer aldığı döneme tekabül ediyor, sorunuzun
cevabı. Osmanlı bakiyesi bir toplumsal yapı içerisinde, özellikle
entelijansiyanın kimlik bunalımları yaşadığı bir dönem... Türkçülük, Osmanlıcılık, İslamcılık
akımlarını temsil edenlerin kendilerini dergiler ve gazeteler aracılığıyla
ifade ettiklerini biliyoruz. Batılılaşmanın
sadece kurumlar yoluyla ya da askeri, siyasi bir süreç olarak değil, bizatihi
kültürel kodlarla entelijansiyayı ve tıbbiye, askeriye gibi okulları yoğunlukla
etkilediği bir dönem. İki örnek vermek gerekirse; mesela İctihad dergisi nasıl ki Batı’nın
pozitivist, sosyal darwinist, materyalist yönünü (belli akımların öncülerini)
tercüme faaliyetleri yoluyla aktarıyor idiyse, Sırat-ı Müstakim ve Sebilürreşad dergileri de İslamcılığı
vurgulayan yazı-araştırma-tercümeler vasıtasıyla Afgani-Abduh ekolünün
Osmanlı’ya yansıyan yüzünü temsil etmekte idi. Bu minvalde gerek sol-sosyalist
cenahların, gerekse muhafazakâr (Mustafa Şekip Tunç, Hilmi Ziya Ülken, Yahya Kemal
Beyatlı gibi) kesimlerin de aynı tarzda kendilerini özellikle dergiler yoluyla
ifade ettiklerini ve hem “Bu devlet
nasıl kurtulur?” sorusunun
kimliksel cevabına yönelik hem de özellikle genç üniversiteli nesillerin
kimliksel bazda dönüştürülmeleri amacıyla yayınlar ortaya koymuşlardır. Bu kısa
örneklerde anlatmaya çalıştığımız husus, dergiciliğin ideolojik yönelimlerin
birer platformu olduğunu, gerek devlet ricalini, gerekse kamuoyunu etkileme
aracı olarak fikri-düşünsel-akidevi-felsefi ve ideolojik bir misyonu
üstlendiklerini ve günümüze değin de bu yönelimlerin sürdürüldüğünü anlatmaya
çalışmaktır.
Bu anlamıyla ister Batı’dan
ister doğudan isterse de İslam dünyasından etkilenmişlik babında olsun,
sanatsal-felsefi-siyasi içerikli fikri ürünlerin haftalık, aylık dergiler
aracılığıyla iletildiğini ve yoğunlukla toplumla buluşma amacı güdüldüğünü de
gözlemliyoruz. Salt ilmi ya da bilimsel içerikli uzmanlaşmaya dayalı olanları
elbette aynı kategoride görmek mümkün değil. Fikirleri, birer “ekol/okul”
misyonuyla hayat ve toplumla buluşturmaya çalışanlardan söz ediyoruz.
"BÜGÜN DERGİLER, SÖZÜMÜZÜ AYIN SONUNDA EN SON SÖYLEDİĞİMİZ
ARAÇLAR HALİNE GELDİ"
Türkiye’de
dergilerin eskiden bir okul işlevi gördüğünü, yeni düşünceler doğurduğunu,
fikir tartışmaları yürüttüğünü biliyoruz. Düşüncenin ve hayatın merkezinde olan
dergileri bugün baktığınızda nerede görüyorsunuz?
Tarihe damga vurmuş büyük
eserler ortaya konduktan sonra genellikle bir sonraki kırılma ya da sıçrama
anlarına kadar bunların şerhlerini görürsünüz. Şerhleri sadece basit birer
kopya ya da tekrar aracı olarak görmek nasıl mümkün değilse, bugünkü dergilerin
de pekâlâ özellikle son iki yüz yıllık tartışma konularını yeni nesillere
taşımaya çalışan, bunları geliştirme azmi gösteren bir zaviyede görebiliriz. Bu
biraz da -İslami çevreleri gözeterek ifade etmek gerekirse- değişen koşullara
Müslümanların adaptesi, dünyayı/hayatı, gelişmeleri doğru okuma çabası güdüp
gütmedikleriyle alakalı olarak değerlendirilebilir. Ancak meseleye aylık
dergicilik açısından baktığımızda, elbette zamanında tek aracın aylık dergiler
olduğu dönemlerle, internet gibi bir “nimetin” gündemlerimizi hızlandırdığı
günümüz koşullarını birlikte değerlendirmek gerek. Bugün aylık
dergiler adeta sözümüzü ayın sonunda en son söylediğimiz araçlar haline
gelmişken, geçmişte çıkacağı günlerde müdavimlerinin tren
istasyonlarında heyecanla bekleştikleri yegâne fikir-eylem aracı idiler.
"MUHAFAZAKÂR
ÇEVRELERDE DERGİLER PEK OKUNMAZ"
İki de
bir kapanan, satmayan, okunmayan, sürekli olduğu yerde dönüp duran, boyu ne
uzayan ne de kısalan dergilerin olduğuna şahidiz. Matbu dergilerin en temel
sıkıntılarından birisi de ya ferdi ya da belli gruba dayanarak belli bir süre
sonra kısır döngüye hapsolmaları. Dergilerin böylesine bir kısır döngüye
hapsolmasının nedenleri nelerdir? Bunun dergiciliğe olumlu ya da olumsuz anlamda
sonuçları neler oluyor?
Dergi çıkarmanın ameliye olarak
ne için ortaya konduğu elbette çok önemli. Taşıdığınız fikriyat; hedefleriniz;
sahip olunan birikim, arka plan; içinde bulunulan grup, çevre tümü kısır
döngülerin, kısa ömürlerin ya da uzun soluklu süreçlerin belirleyicileri
olmakta. Sadece dergi çıkarmak için, hobisel bir faaliyet, bir tatmin aracı
olarak çıkarılmayacağı gibi, sadece dışarıdan belli insanlara ücretler ödenerek
de dergicilik faaliyeti yapılamaz. Hakeza, okunmayan dergilere sırf cemaatsel
dürtülerle bir onur, varoluş meselesi gibi bakarak, zorla “okunuyor imajı”
vermek de çok doğru değil. Bu o çevre açısından da hem can sıkıcı hem de geri
dönüşlerin yokluğunda dergiye emek harcayanlar açısından ciddi manada moral
bozucu olabilmekte.
Çok ifade ya da itiraf edilmek
istenmese de siyasi-toplumsal konularda çok aktif olmayan, düşünsel meselelerde muhafazakârlaşma eğilimi gösteren
çevrelerde dergiler pek okunmaz. Ancak o çevrelerin büyük
şehirlerden ilçe ve kasabalara kadar birer irtibat aracı olması hasebiyle de
neşriyatı sürdürülür. Biraz da geleneğin korunması amaçlanır. Yani “pes
etmemeyi” sadece geri adım atmama değil, biraz da “diriliği her şeye rağmen ayakta tutma çabası” olarak okumak gerekir. Elbette
teknolojinin hızlanması ve bırakın işyeri ve evlerimizi, avuç içlerimize girmiş
olması, internet ortamının yarattığı farklılıkların da “zamanı kullanma”;
“üretime katkı” gibi konularda aylık dergi geleneğini -tüm direnişine rağmen-
zorladığını kabul etmek gerekir. Bunun ölçümünü yirmi yıl önceki abone
rakamlarıyla bugünküleri karşılaştırarak da yapabiliriz (tabii protokol
gönderileri değerlendirmenin dışında tutarak) Tıpkı 80’lerin ortaları, 90’lı
yılların başlarında beş bin basılan kitapların bugün bin sınırında seyretmesi
gibi bir durum bu. Konu okumanın azalması kadar, okuma alanlarının
farklılaşması ya da görsele olan rağbeti artıran görsel üretimlerin
fazlalaşmasıyla da yakından ilgili sanırım.
"TEHDİT ZANNETTİĞİMİZ HUSULAR, BİR SÜRE SONRA YENİ
FIRSATLAR OLARAK KARŞIMIZA ÇIKIYOR"
Günümüzde
dergiler internetle birlikte bir değişim dönüşüm geçiriyor. Matbu dergiler her
geçen gün okur kaybedip kapanırken, internet dergileri gün geçtikçe daha da
çoğalıyor... Türkiye’de son yıllarda okur sayısı düşüyor kullanıcı sayısı
artıyor. Peki, tablet bilgisayarlar ve mobilleşen dünya dergicilik için bir
tehdit mi yoksa bir fırsat mı?
Önce yadırgadığımız ve karşıdan
izlediğimiz teknolojik gelişmelere bir süre sonra ister istemez ayak uydurmak
durumunda kalıyoruz. Ardından da hayatımızın merkezine koyma zorundalıklarımız
artıyor. Sanırım bu konuya da böyle bakmak gerekir. “Eyvah yoksa matbaalar
tarihe mi karışıyor! Kağıdı elimle tutup hissedemeyecek miyim artık?” gibi
nostaljik konuları önemsiz saymak çok soğukkanlı ve duygusuzluğu anımsatan bir
durum olurdu herhalde ama vakıa o ki, tehdit zannettiğimiz hususlar, hayatta
bir süre sonra karşımıza yeni fırsatlar (ya da durumlar diyelim) olarak
karşımızda arzı endam etmekte; hoşumuza gitse de gitmese de.
Tablet
ve mobil uygulamalara derginizi hazırlıyor musunuz? Gelecekle ilgili
planlarınız neler?
Hiç şüphesiz bu konuların
gelişim süreçlerini aramızda konuşuyoruz. Nitekim 2001 yılından bu yana
yayınını sürdürdüğümüz Haksöz-Haber sitesi de Türkiye’nin kendi alanında
yayına başlayan ilk haber siteleri arasındadır. Dergimizin arşivi çıktığı
1991’den bu yana büyük oranda “Haksöz
Okulu” adını
verdiğimiz internet ortamına taşındı. Ancak aktüel sayımızı şu an için matbu
olarak yayınlamayı sürdürme niyetindeyiz.
"HAKSÖZ’ÜN
BİR MALİKİ YOK!"
Derginizin
reklam, dağıtım, telif ücreti gibi problemlerini nasıl çözüyorsunuz. Bu anlamda
dergiciliği genel anlamda problemlerini düşündüğünüzde, Türkiye’de
dergiciliğinin içinde bulunduğu çıkmazların neler olduğunu düşünüyorsunuz?
Belli dağıtım ağlarıyla
çalışmayan ya da çalışamayan dergiler yıllardır bu sorunlarını kendi
çabalarıyla çözme azminde olmuşlardır. Abonelik sistemleri ya da belli başlı
gazete bayileri ve kitapçılara elden bırakma ya da posta yoluyla gönderme
şeklinde bir yol tutulmuştur. Son dönemde özel ya da PTT kargo dağıtım
ağlarından istifade edilmekte. Tabii bu durum gönderi ücretlerini belli oranda
yükseltti; ancak dergilerin ulaşıp ulaşmadığını takip noktasında ve abonelerle
aradaki sorunları çözmede de internet takibi üzerinden daha medeni ve işlevsel
imkânlar da sunmakta. Tabii bunlarda da dağıtım alanındaki sorunlar tümüyle
çözülmüş değil.
Haksöz
dergisi olarak zaten oldukça sınırlı alanlarda reklam kabul etmekteyiz. Bu da genelde sadece kitap ve dergilerle
alakalı olup “ilan” mahiyetinde yayınlanıyor. İlk sayımızdan bu yana önce
reklam almamayı, ardından da sadece kardeş kuruluşlarla barter sistemi yoluyla,
yani para alışverişine girmeden reklam alıp verme cihetine gittik. Dergimiz
ticari bir amaç gütmediğinden ve belli ilkeler çerçevesinde bir yayın politikası
güttüğünden bu konuda taviz vermedik.
Telif konusuna gelince, Haksöz bu manada profesyonel dergicilik
yapmadığından telif gibi bir sorunumuz da hiç olmadı. Dergimizde yayınlanan
yazılar, zaten pek çok alanda ortaklaştığımız, aynı yolda yürüdüğümüze inandığımız
gönüllü insanlarımızın katkıları ve emeklerinin ürünü. Daha doğru bir ifadeyle,
zaten Haksöz’ün bir maliki yok! Manevi, fikri ve ideolojik anlamda pek çok
konuda ortaklaşmış, sıratı müstakim üzere bir yolculuğu birlikte yürütme
azmindeki Müslümanların ortak manevi mülkü Haksöz.
Ayrıntılı
Bilgi: www.haksozhaber.net