![]() |
| Tarık Ramazan |
İslam’ın 21. yüzyıldaki serüveni ve bilhassa Batılı ülkelerde yaşayan Müslümanların meseleleriyle ilgili yazdıkları/söyledikleri bağlamında tanıdığımız Tarık Ramazan, Mısır’da Müslüman Kardeşler hareketinin öncüsü Hasan El Benna’nın torunu ve Oxford Üniversitesi’nde İslami Çalışmalar Kürsüsü profesörü.
Tarık
Ramazan’ı İstanbul’da düzenlenen Uluslararası İslam Dünyası Sempozyumu’nda
dinleme fırsatı buldum. Aklıma takılan soruların bende kalacağı hissiyatıyla
aldığım notlar üzerine düşünürken bir hafta sonra Cumhurbaşkanlığı himayesinde
Esenler Belediyesi’nin düzenlediği Uluslararası Şehir ve STK Zirvesi’nde
kendisi ile buluşmak nasip oldu. Tarık Ramazan ile İslam dünyasının bugününü,
geleceğini, yaşadığımız problemlerin temelini ve Müslümanların neler yapmaları
gerektiğini konuştuk.
Aslında
söylediğim şeyin tamamı bu değildi. Benim kastettiğim şey öncelikle “ümmet”
denen şeyin oluşturulması, yaratılması gerekiyor. Bunun içinde gücünü, yakıtını
ilkelerden alan bir topluluktan bahsediyoruz ama bu yeterli değil, bu bir
başlangıç noktası sadece. Bu bizim ortak zeminde hareket edebilmemizi
sağlayacak şey. Buradan yola çıkarak da bizim birlikte projeler geliştirmemiz,
çalışmamız ve yeni şeyler yapmamız gerekiyor. Benim kastettiğim buydu aslında;
ilkeleri olan bir topluluk, bir ilkeler topluluğu, onu kastediyordum.
Bizim sadece ortak
dünya görüşünde mutabık kalmamız gerekiyor. Doneler (veriler) var, bunları
görüp yeniden anlayıp önce kendimize sonra başkalarına anlatmakta
kullanabileceğimiz ortak bir dünya görüşüne dönüştürmemiz gerekiyor.
İslam
dünyası diye bir şey var mı yoksa sadece Müslümanlardan mı bahsedebiliriz?
Bu soruyu nasıl
bir hissiyatla sorduğunuzu anlıyorum, size katılıyorum da. Zaten ben
konuşmalarımda “İslam dünyası” tabirini de kullanmıyorum, “Müslümanların
çoğunlukta olduğu ülkeler” diyorum. Bunu da nereden anlıyoruz, bugün bakın
Filistin unutulmuştur, Suriye’nin, Libya’nın, Yemen’in, Ortadoğu’nun hali
ortadadır. Bütün ülkeler Müslüman ülkelerdir ama bunların arasında ne bir
birlik ne bir bütünlük vardır. Konuştuğumuzda teoride var diyoruz ama gerçekte
bunu yansıtan bir durum yok.
Peki, İslam
medeniyeti bitmiş midir?
Hayır, İslam
medeniyetinin bittiğine inanmıyorum. İslam medeniyeti bitmemiştir, yerli
yerinde durmaktadır. Fakat ona yeniden taze gözlerle bakıp, onun yeniden
fotoğrafını çekmemiz lazım. İslam medeniyetinin ne olduğunu, nelerden
oluştuğunu önce bir kendimizin tam olarak anlayabilmesi gerekiyor.
İslam
medeniyetinin bitmemiş olduğunu neyden hareketle söylüyorsunuz?
Tabii ki de
İslam medeniyetinin bittiğinden söz edemeyiz. Çünkü dünyanın her yerinde yaşamaya
devam eden kendi tarihlerine, kültürlerine atıfta bulunmaya devam eden
Müslümanlar var. Baktığımız zaman yani yaşayış biçimlerimizden tutun da
sömürgeciliğe, kapitalizme, belki Batı’nın dayattığı her şeye karşı çıkan, ona
direnen ve onun yerine belki kendi alternatif önerilerini sunan bir İslam
popülasyonu var. Belki de Batı’nın karşısında duran, direnen bir tek İslam
medeniyeti duruşu var. Dolayısıyla bunun bitmediğini anlayabiliyoruz.
Bugüne
tekrar dönersek, İslam dünyasının, Müslümanların, daha geniş pencerede
insanlığın bugünkü durumunu anlamak için Almanların meşhur zeitgeist dedikleri
“zamanın ruhu” kavramından da istifade ederek sormak isterim: Yaşadığımız
zamanı nasıl tanımlıyorsunuz? Nasıl bir dünyada yaşıyoruz?
İçinde
yaşadığımız zaman öncelikle bir kriz çağıdır. Aslında bu kriz birçok alt
krizlerden oluşan bir krizdir. Birlik ve çeşitlilikle ilgili bir kriz yaşıyoruz
yine… Tabi bu çeşitliliği nasıl tanımlayabiliriz? İkincisi otorite, güçle
ilgili bir kriz var. Müslümanların adına konuşan kim? Müslümanların sözcüsü
kim? Müslümanların sorunları ne ve bu sorunları kim dile getiriyor? Bir
cinsiyet krizi de yaşıyoruz aynı zamanda. Kadın, erkek, eşitlik bunların
birlikte toplum içerisinde var olması, yaşaması, çalışması… Bir ekonomik kriz
de yaşıyoruz aynı zamanda. Mevcut dominant modele alternatif bir model
üretebilmiş ve sunabilmiş değiliz. Ne yapıyoruz? Tabiri caizse İslam boyasıyla
kapitalizmi boyayıp öyle satmaya çalışıyoruz. Kültür krizimiz var. Bir ortak
değerler bütünü üretebilmiş değiliz. Bilim üretmiyoruz, sanat noktasında ortaya
koyabildiğimiz ciddi bir şey yok. Ama hal böyleyken yine de tabi sıradan
Müslümanlar kendi hayatları içerisinde yaşamaya ve içinde bulundukları
toplumlara, kültürlere katkıda bulunmaya devam ediyorlar. Bu anlamda da bu kriz
her şeyi durdurmuştur diyemeyiz, daha karışık ve karma bir durum devam ederek
gidiyor.
İslam dünyasından, Müslümanlar arasından
yaşadığımız zamanda bu krizleri aşabilecek, yeni bir söz söyleyecek, yeni
yollar gösterecek bir mütefekkir, münevver, entelektüel, aydın, âlim, ilim
adamı, sanatçı vb. bir kimse çıkmıyor?
Böyle insanlar
yok değil, dünyanın farklı yerlerinde böyle entelektüeller, aydınlar var. Fakat
bizim sorunumuz bu bilgi ve düşünce üretimini kurumsallaştıramamamızdır.
Bu insanlar
izole bir şekilde belki birbirinden kopuk adalar gibi varlar ama biz bunu bir
sisteme dönüştüremiyoruz. Bilgiyi üretip, dillendirdiğimiz, genele yaydığımız
bir sistemi maalesef hayata geçiremedik.
Bunu nasıl
yapabiliriz, nasıl başarabiliriz?
Eğitime yatırım
yapmak zorundayız. Bunun olabilmesi için her düzeyde eğitime yatırım yapılması
gerekiyor. Aslında Türkiye’nin burada üniversitelerle yaptığı ya da yapmaya
çalıştığı şey de bu gibi ama bunun tabi ki daha böyle devlet politikası
şeklinde, daha farkındalıklı bir şekilde, ilkokuldan doktora düzeyine kadar
yapılandırılması ve böylece uygulanması gerekiyor.
Son sorumuz
geleceğimizle ilgili olsun istedim. Alvin Toffler’ın “üçüncü dünya” analizinden
hareketle İslam dünyasının geleceğiyle ilgili öngörünüz nedir?
Kötümser
değilim ama çok çalışmamız gerekiyor. Bir kere şunu unutmayalım ki Batı dünyası
dediğimiz alan içerisinde çok fazla sayıda Müslüman var. Bunun gelecekte ya da
önümüzdeki süreçte Müslümanlara çok önemli katkıları olacak ve bunların çoğu da
genç insanlar. Genç insanlar çoklar ve her yerde varlar bu bizim ümitvar
olmamıza sebeptir.
