Başkaca bir muhalif duruş: Kontra Art!


Bir yıllık eylem planıyla 1 Mayıs 2011'de sokaktan başladıkları eylemlerine gündemi takip ederek yenilerini ekleyen "Kontra Art" ekibi video artlar üzerinden "kapitalizme dur!" diyorlar. Kur'ani bir perspektiften hareket ettiklerini söyleyen genç video artçılar popüler kültürün nesnesi olmamak için de kimliklerini gizliyorlar. Başlığın da bu gizlenmeyle alakası olduğunu söyleyelim. Kontra art ekibinden S.A., U.T., B.S. ile gerçekleştirdikleri eylemleri, Türkiye'deki muhalif duruşu, muhalefet etmeyi konuştuk. 

Kontra Art nasıl ortaya çıktı?
S.A.:
 Biz, bir grup arkadaşla Kur’an üzerine okumalar yapıyorduk. Sonra 2011’de 1 Mayıs’tan önce Kur’an çalışması yaptığımız arkadaşlardan bir kısmıyla –5 kişilik bir ekiptik- “Ne yapabiliriz?” diye düşünüyorduk aslında: “Kur’an okuyoruz, Kur’an okurken dünyaya dair sorumluluklarımız nelerdir?” üzerine… 1 Mayıs’ta da bir söz söylemek istedik. Ve ondan sonrasında da yine Kur’an perspektifinde ve üzerimize sorumluluğu olan şeylere dair devam edegelen bir süreç oldu.

1 Mayıs’ta ne yaptınız?
U.T.:
 Tişört yaptırmıştık yaklaşık 40 tane. “Kapitalizm kork, Allah’tan başka otorite yok!” yazısı yazdık tişörtlere ve rengarenk tişörtleri iplerin üzerine geçirdik, mandalladık ve astık.

Böyle bir şeyi hangi kimlikle yapmıştınız? İslamcı mısınız?
S.A.:
 İslamcı olmadığımızı söyleyemeyiz ama burada şu var: Fussilet 33’de “Allah'a davet eden ve salih amel (nefs tasfiyesi) yapan ve: ‘Muhakkak ki ben teslim olanlardanım.’ diyenden daha güzel sözlü kim vardır?” diye geçiyor. Bence genç neslin motto olarak kullanabileceği en güzel şeylerden.  Yani sorumluluk altına girebileceğimiz şeylerde motto olarak onu kullanıyoruz, evet Müslümanız. Şahsi olarak da kendimi İslamcı olarak görüyorum. 

B.S.: Bu kavramın içi son zamanlarda boşaltılmaya çalışılıyor. Birileri de farklı bir şekilde doldurmaya çalışıyor. O yüzden İslamcılık dediğimiz şeyin iki saç ayağını bizim yerine getirdiğimizi düşünüyorum: Bunlardan bir tanesi emperyalizme karşı az veya çok mücadele etmek. İkincisi de “Kur’an’ı bugün yeniden nasıl anlayabiliriz, hayatımızın merkezine nasıl koyabiliriz?” bu temel iki paradigması vardır İslamcılığın ortaya çıkışının. Biz bunun ikisini de kendi çapımızda yerine getirdiğimizi düşünüyoruz. O yüzden ben şahsen İslamcıyım diyorum kendime.

Kontra Art nasıl çıktı yola? Bu işe koyulurken neleri konuştunuz?
S.A.:
 Kontra Art 1 yıllık bir projeydi bizim için. Oturduk, o 5 kişilik arkadaş grubuyla birkaç tane temel kuralımız vardı. Bir, kimliklerimizi deşifre etmemek! Kimliklerimizi deşifre etmememizin en büyük sebebi popüler kültürün bir nesnesi olmamak içindir. Çünkü gerçekten İslamcı camianın içerisinde böyle bir ihtiyaç var. Buna muhalefet denir, söz söylemek denir… bunları bir şekilde farklı gruplar yapıyor zaten. Ve maalesef bir süreden sonra inşa ettiği kurumlar tükenmeye başlıyor ve onlar, o kurumlar üzerinden -şahıs olabilir- kendilerine bir popülarite devşiriyorlar. İkincisi, yaptığımız işlerde, sonuçta video art yapıyorduk… Video artlarda ne kadar politik meseleler gündeme alınsa da işin estetik kısmının kesinlikle göz ardı edilmemesi gerektiği için, yani biraz zekice olsun, kafa patlatılsın, zihinler zorlansın diye böyle bir işe giriştik. İşte tişört onlardan biriydi. Seçimle alakalı yaptığımız video da bu zamana kadar çok tartışılmıştı İslamcıların içerisinde. İşte mevcut siyasete girilip girilmemesi gerektiği, uygundur, değildir çok tartışılageldi, çok şey söylendi ama sözümü biz zaten kamera ve görüntüler, imajlar üzerinden yapıyorduk, bunu mümkün olduğunca zekice ve estetik yapalım diye yola çıktık. 

Katı kuralları olan hem de hiyerarşik bir düzenimiz yoktu. Sonuçta biz bir arkadaş grubuyduk. Ve o arkadaş grubunun içerisinde yaptığımız toplantılarda, bir araya gelişlerimizde karşılaşabileceğimiz problemlere dair, bak şuna şu şekilde tavır alalım, bu meselelere bu şekilde tavır alalım diye konuşuyorduk. Özellikle bu son 1 Mayıs’ta, “Antikapitalist Müslüman gençlerden misiniz? Onlarla bir bağınız var mı?” diye çok soru geldi. Herhangi bir  ideolojik, klik öyle bir cemaat, örgüt bağlantımız yok. 

Antikapitalist Müslüman gençlerle bir alakanız var mı peki?
S.A.:
 Tanış olduğumuz insanlar var ama o yapıyla kesinlikle bir şeyimiz yok. 

Siz nasıl yaptınız bu videoları? 
S.A.:
 Muhalefet üretme ihtiyacı doğduğunda insanlar aylık ya da haftalık dergiler çıkartırlar. Maddi imkanı olanlar televizyon açarlar. Kimisi şiir yazar kimisi resim yapar. Biz de bunu kamerayla, yani videoyla yapalım dedik. Öyle bir dönemde yaşıyoruz ki yazının çok bir karşılığı yok. Tüketim toplumun içinde alışverişler o kadar hızlı gerçekleşiyor ki… sosyal paylaşım diye bir şey var mesela ve o videolar, 30 saniyelik bir video dünya gündemine bir anda oturabiliyor.  

Neden video art yaptınız?
S.A.:
 Şundan dolayı yaptık: Başlığımız, konumuz ya da işte değinmek istediğimiz problem, konu neyse mümkün olabildiğince kısa, net, estetik ve çok da tüketilmemiş bir şekilde yapmak istediğimiz için video artla yaptık. Çünkü bir şey söylemek istersiniz bir konu hakkında sayfalar dolusu yazı yazma ihtiyacı doğar. Ama mesela bir kare vardır, bir fotoğraf çekersiniz ama o fotoğraf o kadar çok şey anlatır ki! Ya da işte kadrajda öyle bir sahne yakalarsınız ki o sahne her şeyi anlatır. O yüzden bu ihtiyaca binaen bizim yapmak istediğimize en kolay bir şekilde yapabileceğimiz şey video arttı. Onda da işte temel birkaç şeyimiz vardı: Estetik olması, kısa olması ve ne anlatmak istediğini o kısa süre zarfı içerisinde anlatabilecek olması.

“ALLAHSIZLIĞIN LÜZUMU YOK! ALLAH HER ŞEYİMİZE MÜDAHALE EDER!”
Video artların içeriğinden de bahseder misiniz?
S.A.: 
1 Mayıs’la başladı. Ondan sonra “Allahsızlığın lüzumu yok!” diye bir video vardı. O videoda “Camiler güzeldir ama Allah camilere sığmaz, Allah sokaktadır, Allah işimizdedir, Allah okulumuzdadır, Allah hayatımızı kuşatan bir şeydir vb.”. Allah’ın ne kadar hayatımıza müdahil olup olmamasıyla alakalı bizim kendi acizane Allah’la irtibatımızı kurmamızdaki çıkarsamamız. “Allahsızlığın lüzumu yok!” da onu anlatmıştık. Allah her şeyimize müdahale eder demiştik. Devletle ilişkimizde bize müdahale eden Allah, işçi-işveren meselesinde buna müdahale eden Allah, kamusal alanda nasıl var olmamızla alakalı müdahale eden, müdahale etmesi gereken Allah. “Allahsızlığın lüzumu yok!” dedik o yüzden.

 


Sonra seçim meselesiyle alakalı, referandum ve genel seçimlerin olduğu süreçte seçimde de bir şey deme ihtiyacı duyduk. O videonun mottosu “Seçme, seçilme, bu hakkı kirletme!” idi. Sadece oy kullananlar ya da seçilenleri merkeze almayan ama herkesi (hem seçeni hem de seçileni) kendi Kur’an’i bakış açımızla, perspektifimizle uyarmaktı. Aslında temel şeyimiz şuydu bizim: Bu videoları yaparken bir ibadet ve salih amel olması için yapıyorduk. Dünyaya dair gayretimiz neyse “bu iyiliği emredip, kötülükten sakındırmak” gibi bir şeydi bizim için. Seçime ait videomuzda da "Seçme, seçilme bu hakkı kirletme!” demiştik. 

U.T.: Genelde zaten bir bakışımız var, bir gözlüğümüz var bizim. O gözlüğümüzle dünyaya, içinde yaşadığımız yere, tarihe bakıyor, okuyoruz. Karşılaştığımız olayları kendi gözlüğümüzle görüyoruz. Dolayısıyla bunların içerisinde değerlendirebilecek, yapabilecek olduklarımıza “biz de bu konuyu böyle gördük, biz de bu konuya böyle anlıyoruz ve kavrıyoruz, böyle bakıyoruz”u söyledik aslında. 

Yaptığımız videoların zaten ( 9-10 tane videomuz var) 7-8 tanesi direkt güncel hadiselerle ilgili. Seçim gibi, Uludere gibi, Pozantı gibi… Yani önceden tasarlamamızın mümkün olmadığı yaşayınca, o olayla karşılaşınca verdiğimiz tepkiyi göstermek üzerine kurulu. 

Tabi bunun dışında bizim bir de genel olarak bir bakış açımız var. Demin söyledi S.: “Allahsızlığın lüzumu yok!” bizim genel olarak hayatı nasıl algıladığımızı gösteren bir videoydu. “Dünyanın bütün iktidarları birleşin!” videosu yine bizim dünya iktidarlarına bakış açımızla alakalı bir videoydu.


“KONTRA ART SOKAĞA DÖNÜK BİR ÇALIŞMAYDI”
Sloganları siz mi üretiyorsunuz?
U.T.:
 Sloganlar tamamen bizim üretimimiz. 

S.A.: Bizim ürettiklerimiz de var bazıları da yapı söküm. 

U.T.: Diğer videolarda da başlıklarımızda da ona göre seçmeye, o estetik kaygıya binaen ona uygun olabilecek şekilde seçmeye çalışıyorduk. Bütün bu süreç, videoların yapılması, hangi konuya dair bir şey söyleyeceğimize karar verilmesi, o görüntülerin bulunması veya çekilmesi, onların birleştirilmesi, sloganların bulunması vs. bütün süreç hep kollektif bir şekilde yürüdü. Herhangi birimiz ön plana çıkarak “sen bizim takım liderimizsin” ya da “ben sizin liderinizim” şeklinde gerçekleşmedi. Hepimiz eşit ölçüde katkıda bulunduk. 

Bir videoyu üretmek ne kadar zamanınızı alıyordu?
U.T.:
 O noktada da aslında kesin, ortalama bir şey de söylemekte mümkün değil aslında. Bir iki gün içerisinde yaptığımız şeyler de oldu bir iki ay süren çalışmalarımız da oldu. Kendi hayatımızdaki o boş alanlarımızda ancak bir araya gelip bunları yapabiliyorsunuz. Bir de bunun mali yükü de var. Ki hayal ettiğimiz birçok şeyi de yapamadık bu sebeple. Gerek vakit gerekse nakit açısından. 

Kontra Artı biz video art üzerinden yürüttük ama biz onun sokağa dönük bir yanının olmasını en başta konuştuk. Daha farklı sokakta yapacağımız eylemleri de tasarlıyorduk, çeşitli sebeplerle bunu yapamadık. O yüzden sadece 1 Mayıs’lar da sokağa çıkabildik. Zaten ilk katıldığımız 1 Mayıs’ta sokaktaydık ve her şeyin başlangıcı olduğu noktada zaten sokakta eylemleri sürdürmeyi düşündüğümüz için sokakta olmak gayet normaldi bizim için. Son yaptığımız işin de sokakta olması bizim en baştan belirlediğimiz bir tarih olduğu için yine sokakta bitti çalışmalarımız. Gönül isterdi ki sokakta daha çok şey yapabilseydik. Sıradan, alışılagelmiş eylem tipinin dışına çıkarak farklı ve estetik birtakım şeyler yapmayı hayal ettik, tasarladık, ama uygulayamadık.

“1 MAYIS’TA BAŞLADI 1 MAYIS’TA BİTTİ!”
Bu işe koyulurken 1 yıl sonra bu iş bitecek diye konuşmuş muydunuz?
U.T.:
 İlk konuştuğumuz şeylerden bir tanesiydi. Bir, kimliklerimiz hiçbir şekilde ifşa olmayacaktı ve bireysel kimliklerimiz ön plana çıkmayacaktı. Gerek o yapı içerisinde gerekse o yapı dışındaki insanlara karşı. İkicisi ise, bir sene sonra bu iş ne boyutlara ulaşırsa ulaşsın, -şu anda ulaştığı noktada da bizim tahminimizin çok ötesinde bir yerde-, çok dar bir alanda da kalsaydı, şu anda ulaşmış olduğundan daha büyük bir kitleye de ulaşmış olsaydı biz onu yine 1 Mayıs’ta bitirecektik. 1 Mayıs’ta başlayıp 1Mayıs’ta bitirecektik.

Nasıl tepkiler aldınız?
U.T.: 
Genellikle aldığımız tepkiler olumlu tepkilerdi. Çok farklı yapıdaki insanlardan tepkiler aldık. İslamcı ya da Müslümanlardan da tepki aldık. Sol yapılardan da tepkiler aldık. Ya da işte anarşist yapılardan da tepkiler aldık. Aldığımız tepkilerin çok büyük bir ekseriyeti gayet olumluydu. Tabi olumsuz tepkiler de aldık aynı yapı içerisindeki insanlardan da. 

S.A.: Son yaptığımız “Cumhuriyetin Zamanı, Zamanın Cumhuriyeti” videosunda cumhuriyet tarihini ele alıyorduk. Atasoy Müftüoğlu “Neo Nurculuk” diye tanımlıyor, “Post-Kemalizm” diyenler de var. O sürece geçişteki olayları anlatmıştık o videoda da. Bu videodan sonra blog hesaplarımız, e-postalarımız, vimeo, facebook hesaplarımızın hepsi heklendi. Bu da bir tepkiydi. 
Bir de sosyal paylaşımların etkisi var. İnsanlar görünmek istedikleri alanlarda var oluyorlar. Videoya bakıyor etkileniyor, güzelmiş diyor. O insanlar takip ediyor. “Cumhuriyetin Zamanı, Zamanın Cumhuriyeti”nde Türkiye’nin karanlık tarafına binaen söylediğimiz o “Neo Nurcluk ve Post-Kemalizm” eleştirisi biraz olumsuz anlamda tepki almamıza neden oldu.


“BİZİM İŞİMİZ MÜCADELE ETMEK!”
Buradan hareketle Türkiye’de muhalefet etmeyi, muhalif durmayı konuşalım istiyorum. Türkiye’de iktidara karşı muhalif durmak ya da muhalif bir dil üretmek nasıl olmalı, bunu yaparken nasıl bir yol izlenmeli?
S.A.:
 İstisnasız tüm iktidarlar -bu sol tandaslı bir iktidar olabilir, İslamcı ya da liberal bir iktidar olabilir- hep şunu yapıyorlar: Gücü elinde bulundurma imkanına sahip oldukları için kamuoyunun ya da halkın sesini duyurabilecekleri kurumları da ellerinde bulunduruyorlar. Ve ortalama bir vatandaşa gidip sorduğumuzda evet genel bildiğimiz şeyleri söylüyor bize. Çünkü Türkiye toplumunun yapısı bellidir: Muhafazakardır. Allah’la olan ilişkisi iyidir, muhalefeti pek sevmez, devlete teslim olmuş bir tarafı vardır, devleti kutsar…

Ama şöyle bir şey var ki bütün bunlar yani sistem insanların görmesini engelliyor. İsmet Özel’in bir sözü var, “İnsanlar hangi dünyaya kulak kesilmişse diğerine sağır.” yani öyle bir durumu var bunun. Aslında biz muhalefet üretirken şundan doğuyor her şey: Biz insanların karşısına çıkmak istiyoruz. “Burada bu var bakın, burada şu oluyor bunu göz ardı ediyorsunuz!” dedik. Türkiye’de onlarca basın mensubu cezaevinde ve çok da hukuki olarak yapılagelen bir şey değil bu. AİHM’de bu hukuksuzluktan dolayı hâlâ devam edegelen birçok dava var Türkiye’ye yönelik. Ya da Kürt meselesinde bugün, devletin belirlediği ve görmemizi istediği şekilde görüntülere maruz kalıyor insanlar. Ve bir noktadan sonra bunu gören insanlar ya da muhalefet etme ihtiyacı duyan insanlar, bizler veya başkaları... Sahneye çıkma, bunu gösterme ihtiyacı duyuyor. Bizde bunu video artla bunu yapalım, kendimize alan açalım istedik.

Dergiler önemli alanlardır muhalefet üretilmesi ya da yeni bir söz söylenmesi açısından. O basılı eserler -bunu maalesef üzülerek söylüyorum- ağırlığını kaybetmiş durumda. İnsanlar çabucak görüp bir kenara koyabileceği şeyleri istiyor. 

Kontra Art, bir muhalefet üretti mi peki?
S.A.: 
Kontra Art bir muhalefet üretme kaygısı içerisindeydi ve bunu da bir şekilde yaptı zaten. Ve bu kendine bir alan açmıştır ve bir karşılığını bulmuştur. Biraz o sistemin oluşturduğu o baskılarda yarıklar açabilmekle alakalı bir şey. Bizim yapmak istediğimiz temel şey veya bugün muhalefet üretmek isteyenlerin yapması gereken temel şey şu: Belli yarıklar açıp o yarıklardan alanlar oluşturabilmek kendisine. Bugünlerde çok konuşuluyor mesela “İslam ve sosyal adalet” meselesi. Gerçekten Türkiye’de birçok düşünce yapısına sahip insan tarafından gerçekten merak ediliyor “acaba nedir bu?” diye. Bu tesadüf değil. Birileri, tasvip edelim veya etmeyelim bir alan açtı, bir yarık açtı. Ve burada emperyalizmle, kapitalizmle İslam’ın sömüren tarafla taraf olmadığı aksine emeği, adaleti savunan bir tarafının olduğu buna dair İslam’ın bir perspektifini çıkarttı. Tasvip edelim veya etmeyelim, adam yarık açtı ve buradan bir şey üretiyor. Ve karşılığını buluyor. Biraz yarık açmayla alakalı bir şey. Ne kadar güçlü olduğunuzla alakalı. 

B.S.: Kontra Art bir muhalefet üretme yeri ve muhalif bir duruş sergiledi. Bizim muhalefet ettiğimiz şeyleri yapan insanlardan olmadık tepkiler alıyorum. Adamı eleştiriyoruz, adam geliyor “çok güzel iş yapmışsınız, çok beğendim” diyor. Biz aklınızı başınıza alın gibi bir tepki beklerken adam çok beğendim, sizin gibi gençlere ihtiyaç var gibi bir şeyle geliyor ki kafası çok karışık insanların. Burada şöyle bir problem var: Hem iktidarla, sistemle iç içesin. Bir yandan “Hakikaten bu adamlar doğru söylüyorlar” diyor tahminimce ve belki de orada “Hakikaten biz yanlış yapıyoruz” diyebiliyorlarsa bence Kontra Art çok önemli bir işi de başarmış oldu. Böyle bir boyutu var. Bu beni şaşırtmıştı. 

U.T.: Biz Kontra Art’ta şunu söylemeye çalıştık: Zafer sizde değil! Zafer odaklı yaşayamazsınız. Müslümanlara en azıdan mesajımız bu. Bizim işimiz mücadele etmek. Şu anda Türkiye siyasetinde Müslümanlar birtakım kazanımlar elde ediyor olabilirler, ancak bu kazanımları elde etmeye zafer odaklı yaklaştığımız için aslında birçok şeyi de kırıp döküyoruz bunun farkında değiliz. Kitlelerin, her bir bireyin aynı düzeyde siyasi bir bilince sahip olması beklenebilecek bir şey değil. Dolayısıyla birilerinin önderlik yapması ve söz söylemesi gerekiyor. Bizde hiç şüphesiz ki binleri, milyonları takıp yürüyeceğimizi iddia etmedik hiçbir zaman. Ama en azından Müslüman kitleleri bu noktada uyarıcı olarak, içinde yaşadığımız ülkede Müslüman ya da İslamcı olduğu iddia edilen bir iktidar peşinde tamamen zafer odaklı hareket etmesi bizi rahatsız ediyor.


“POPÜLER KÜLTÜRÜN BİR NESNESİ OLMAK İSTEMEDİK!”
Bizde bunu hem güncel videolarla ki güncel olması o an yaşanan Pozantı olsun, Uludere olsun vs. Yine “Cumhuriyetin Zamanı, Zamanın Cumhuriyeti” videosunda da yine belli bir süreçten sonra bu iktidar zamanında yaşanan şeyi gösterdik ki her şeyiyle gösteremedik. Bu da yaptığımız işin bizi sınırlandırıcı bir boyutu oldu. Demek ki birtakım problemler yaşanıyor ve yaşanan bu problemler kendisini Müslüman olarak addeden bir kişinin bırakın önderlik etmesini, pay sahibi olmasının mümkün olmayacağı şeyleri gösterdik. Bu noktada “yarık açma” hadisesi önemliydi bizim için. 

B.S.: Bir mesele daha var: Türkiye’de muhalif olduğunu iddia eden veya kendini bir tarafta hisseden insanlar belli bir safı oluşturduğunu iddia eden insanların kullanmış oldukları dil çok güzel bir dil değil. Özellikle bu dil son birkaç yıldır hem Türkiye’de hem de İslam coğrafyasında yaşanan bu kırılma sürecinden sonra çok kötü bir dil kullanıldı. Eleştiri veya muhalefet dediğimiz şey köşe yazarları olsun, sivil toplum kuruluşlarında yer alan insanların üslupları olsun, birbirini hem tahkir edici üslup var hem de aşağılayan bir üslup kullanılıyor. Bu noktada bir şeyleri savunacağız ya da reddedeceğiz, ona muhalefet edeceğiz diye birçok insanı kırıp döküyorlar. Burada çok ciddi bir problem olduğunu düşünüyorum. Çok ciddi üslupsuzluk var. Bu anlamda Kontra Art’ında çok sert eleştirse bile iyi bir üslubu olduğunu düşünüyorum. 

Neden 1 yıllık bir proje yaptınız, neden bitirdiniz çalışmalarınızı?
S.A.: 
Popüler kültürün bir nesnesi olmamak için. Bir şey ivme kazanmışken, insanlar tarafından karşılığını buluyorken ama bir senenin sonunda bitirmek kapitalizmin getirdiği o ahlaksızlığa binaen bizim gündelik hayatta gösterebileceğimiz şeylerdi. Çok basit şeyler ama ben bunu önemsiyorum. 

Bugün mesela insanlar 30 seneden beri dergi çıkartıyorlar. 30 seneden beri dergi çıkartmak o kuruma, o yapıya bence haksızlık etmek. Çünkü bir noktadan sonra kendisini tekrar etmeye başlıyor, kendisini tüketmeye başlıyor, insanların kendisini gösterebileceği sahne olmaya başlıyor. Bugün kapitalizm şunu diyor: “1980 sonrası Türkiye’de yaşanan o süreçte ‘her mahallede bir zengin olması’ ya da ‘evet siz de ünlü olabilirsiniz!’ diyordu. Bunlar o neo liberal politikaların bir karşılığıydı. Ve biz burada temelde “ne yapabiliriz?” dedik. Ahlaki bir tercihti bu, dedik ki sözümüzü söyleyelim bir sene içerisinde elbette ki her şeyi söyleyemeyeceğiz ama bu bir sene içerisinde ne yapabilirsek, -o inşa ettiğimiz yapıyı bozmadan- ne söyleyebilirsek o kardır dedik. 

10 yıl daha devam ettirebilirdik bunu ve bir karşılığı da olurdu. En çok aldığımız soru da o oldu: “Neden bitirdiniz? Ne güzel gidiyordu.” Ama güzel olan tarafı buydu. Bu bir süreden sonra bizim için put olmaya başlayacaksa evet biz bunu bitirelim. Çünkü gerçekten öyle bir şeyi vardı. “Keşke bitirseydik!” dememek için biz bitirdik. 

B.S.: Son olarak bir şey söylemek istiyorum. Biz kimliklerimizi ifşa etmiyoruz ama "O" abi ısrarla her yerde Kontra Art bu, Kontra Art şu diye bizi gösteriyor. Abi sana buradan sesleniyoruz: Lütfen yakamızdan düş artık! (Gülüşmeler) O güzel abimiz yapmasın artık böyle şeyler, Kontra Art bitti!