İHH İnsani Yardım Vakfı; bölge, din, dil, ırk ve mezhep ayrımı yapmaksızın
dünyanın herhangi bir yerinde sıkıntıya düşmüş, felakete uğramış, zulüm görmüş,
aç ve açıkta kalmış; savaş, tabii afet gibi sebeplerle mağdur olmuş,
yaralanmış, sakat kalmış; evsiz, yurtsuz, tüm insanlara insani yardım
ulaştırmak ve bu insanların temel hak ve hürriyetlerinin ihlal edilmesini
önlemek üzere 1992 yılında bir gönüllü genç grubun girişimiyle başlamıştır
çalışmalarına.
Gönüllü faaliyetlerle başlayan ve 1995 yılında kurumsallaşan bu çalışmalar
kısa sürede 5 kıtada 120 ülke ve bölgeye yayılmış ve Türkiye’den tüm dünyaya
ulaşan bir hayır köprüsü olmuştur.
İHH İnsani Yardım Vakfı misyonunu gerçekleştirirken tüm dünyada öncelik
sırasına göre; savaş ve savaşın etkisinin sürdüğü bölgelerde, afet
bölgelerinde, yoksulluk olan ülke ve bölgelerde, faaliyet yürütmektedir.
İHH İnsani Yardım Vakfı’nın yapmış olduğu çalışmaları İHH Yönetim Kurulu
Üyesi Avukat Gülden Sönmez’le konuştuk.
İHH İNSANİ YARDIM VAKFI
"HEDEF: YERYÜZÜNDE ADALETİN HAKİM OLMASI"
Hangi amaçla ne zaman kuruldunuz? Bugüne kadar yapmış olduğunuz çalışmalar
hakkında kısaca bilgi verir misiniz?
Bosna Savaşı sırasında, 1992 yılında bir gönüllü genç grubunun girişimiyle
başlamıştır İHH İnsani Yardım Vakfı’nın ilk çalışmaları. O dönemde Türkiye’deki
yasalar gereği dışarıya uluslararası yardım yapmak bir sivil toplum kuruluşları
için yasal olarak mümkün olmadığı için Almanya’daki bir kuruluşun şubesi gibi
onun adına yardım yapılacak şekilde kurulmuştur. Ancak ilk yıllar özellikle
1992-1995 yılları arası tamamen sivil bir grup gencin Türkiye’den aldığı destek
ve bağışlarla gönüllülük hareketi olarak başlamıştır.
Ana, somut hedef olarak amaç insani yardımdır. Ancak daha genel anlamda
hedefi, yeryüzünde adaletin hakim olması, nerede zulüm varsa onlar için
önleyici ve durdurucu rol üstlenmek, önleyemediğimiz doğal afetler veya
krizlerin sonunda da mağdur ve muhtaç olan insanlara yardım etmektir.
"İHH’NIN İLK KIRDIĞI ABLUKA SARAY BOSNA ABLUKASIDIR"
İHH kurulurken bir grup genç arkadaşın bir araya gelip kurduğundan
bahsettiniz. Kimdi bu gençler?
Bülent Yıldırım ve arkadaşları... Çünkü Bülent abi o dönemde üniversitede
özellikle gençlik çalışmalarında aktif ve önde olan genç liderlerden birisiydi.
Birçok arkadaşıyla beraber Bosna’daki zulme karşı hem kamuoyu oluşturmak hem de
oradaki halka yardım ulaştırmak için, onların sesini dünyaya duyurmak için
birçok çalışma yapmıştılar. Ama esasen onların ortaya koyduğu tavır, İHH’nın o
öncü ilk kadrosu ve o kadro ve halen sahibi olup da dünyanın her yerine taşıyan
o ana kadro o dönemde bilfiil her türlü zorluğu aşarak zulüm pahasına canlarını
ortaya koyarak Bosna’ya girmişlerdir. İlk Saray Bosna ablukası kırılmıştır.
İHH’nın Gazze ablukası son ablukadır ama hep onunla bilinir. Ama ilk kırdığı
abluka Saray Bosna ablukasıdır.
"ANA MİSYONUMUZ: İNSANLARI YARDIMA MUHTAÇ HALE GETİREN POLİTİKALARLA
MÜCADELE"
Vakfınız daha çok ne tür yardım faaliyetleri oluyor? Bu anlamda yaptığınız
yardımlarda neleri önceliyorsunuz?
İki tane ana misyonumuz var: Bir tanesi diğer yardım kuruluşlarından
farklı olarak ve yeni bir model sunma iddiasını sürdüren misyonumuz: Bu,
insanları yardıma muhtaç hale getiren politikalarla mücadele. Biliyorsunuz
Batı’daki o sivil toplum ve yardım kuruluşu anlayışında her ne kadar kendileri
Batılı kuruluşlar, kilise merkezli kuruluşlar her türlü dini, ideolojik, siyasi
çalışmalarını yardım çalışmalarıyla birleştirseler de İslam dünyasına “politik
olmamalısınız sadece yardımla uğraşmalısınız” iddiasını söylerler. Biz ilk
günden beri buna karşı olduk. Bosna Savaşı sırasında Bosna halkına uygulanan
zulmün böyle bir itirazını söylerken, dile getirirken de aynı zamanda yardım
etmeye devam ettik. Bu misyon her tarafta kendini gösteren İHH’nın esas
misyonundan birisidir.
Biz, neden Müslümanlar hep yardıma muhtaç hale düşüyorlar? Niye hep zulüm
görüyorlar? Niye hep onların çocukları yetim kalıyor? Bunların altındaki
planları, politikaları, buna hizmet eden kuruluşları, anlayışı ortaya
çıkartmaya çalışıyoruz. Ve deşifre etmeye çalışıyoruz. Buna karşı da bir
mücadele ortaya koyuyoruz. Kimi zaman bu mücadele Birleşmiş Milletler’le
oluyor, kimi zaman uluslararası topluluğa baskı olarak oluyor kimi zaman da
düzenlediğimiz program, konferans, mitinglerle ve raporlarla toplumda bilinç
oluşturmaya yönelik oluyor. Bu, bize göre olmazsa olmaz bir insani yardım
kuruluşu için. Ama başkaları bunu tercih etmeye bilir. Çünkü bu aynı zamanda
zor da bir durum. Ama biz bunu tercih ettik. Başından beri bilinçli bir
tercihtir. Ve en az yardım götürmek kadar önemsediğimiz misyonumuz.
Diğer yardım kısmımız ise bildiğiniz klasik yardım çalışmalarımız. Gıda,
giysi, barınma vb. bir insanın temel ihtiyaçlarıyla ilgili neler varsa o
ihtiyacı mümkünse kriz zamanlarında en hızlı şekilde, onun dışındaki normal
zamanlarda o toplumları, o insanları kendi ayakları üstünde duracak şekilde
kalıcı projelerle desteklemek.
Bugüne kadar hep kriz anlarında kriz durumunda hızla müdahale etme şeklinde
tanımlandı İHH. Evet, bizim için Acil Yardım adıyla söylediğimiz yardımlarımız
daha önceliklidir. Çünkü hiç kimsenin gidemediği veya en zor gidilen zamanda en
hızlı gidilmesi gereken zamanda en son can kaybının veya güvenlik sorununun
olduğu zamanda biz gitmeyi tercih ediyoruz. Şaşırtıcı bir derece hızlıdır
İHH.
Önemsediğimiz ve öne koyduğumuz çalışmalarımız kriz dönemindeki
çalışmalarımız. Onun dışında da herkesin bildiği Kurban ve Ramazan dönemlerinde
yardımlarımız oluyor. Yine nur ve mutluluk duyarak bahsedebileceğim yetim ve
katarak çalışmaları öncü olduğumuz çalışmalardır.
İHH’nın kurulduğu yılda Kızılay hariç yardım kuruluşu yoktu. Biz ilktik.
Bizden sonra bir sürü kuruluşa esin kaynağı olduk. Birçok yapı yardım kuruluşu
kurdu. Bundan da memnuniyet duyuyoruz. Ne kadar çok insan çalışırsa,
farkındalık oluşturursa o kadar iyi olur. Yeter ki herkes bu alanın
hassasiyetine, şeffaflığa, dürüstlüğe dikkat ederek, kurallara, İslam hukukuna
dikkat ederek çalışsın.
İkinci gurur duyduğumuz şey bazı konularda öncülük yaptık: Yetim ve katarak
konusu gibi. Şimdi bütün yardım kuruluşları yetim bakıyor. Geçmişte biz ilk
Yetim Sempozyumu’nu yaptığımız zaman insanlar bize “yetim” kavramını çok da
unuttuklarını söylemişlerdi. Sempozyumla beraber her eve bir yetimin ve yetim
konusunun girmesini istedik. Elhamdülillah, yüz binlerce çocuğun hayatına
dokunduk. 30 bin çocuk birebir Türkiyeli aileler tarafından destekleniyor
dünyanın dört bir tarafından. Bunlar da bizim öncülük ettiğimiz diğer
çalışmalarımız.
Yurtdışı yardım çalışmalarınızı genel olarak sıralayabilir misiniz?
Birincisi: Doğal afet ve savaş bölgelerinde gerçekleştirdiğimiz kriz
bölgesi olarak nitelendirdiğimiz faaliyetlerimiz söz konusu. Bunların
içerisinde gıda, barınma, giysi, eğitim, sağlık gibi ana başlıklarda
toplayabiliriz.
İkincisi: Yurtdışında kalıcı projeler gerçekleştiriyoruz. Bir taraftan
Geçici Müdahale dediğimiz yardımları yürütürken bir taraftan da su kuyuları
açıyoruz, okullar, yetimhaneler, hastaneler, üniversiteler, rehabilitasyon
merkezleri inşa ediyoruz. Evleri yıkılmış olanlara ya da evi olmayanlara ev
inşa ediyoruz.
"İHH’DA İNSANLAR HAYATLARINI VAKFEDİYORLAR"
Birçok alanda yardım faaliyeti yürütüyorsunuz. Bu zor olmuyor mu?
Zorlukları var tabi, ama gönüllülerimiz çok. Ne kadar çok alanda hizmet
etme şansı tanırsanız o kadar da çok ona talip olan gönüllüler oluyor. Mesela
birileri su kuyuları ile ilgileniyor birileri de psikolojik destek vermekle
ilgileniyor. Bir kısmı eğitim alanına ilgi duyuyor. Yedirmek içirmekten çok
eğitim önemlidir diyor. Onlar onun için çalışıyorlar.
Gönüllü destekçi sayısı çok olduğu sürece problem olmuyor. Herkes ilgi
duyduğu ve önemsediği alana ağırlık veriyor. Doğal olarak da her alanda hizmet
etme şansı buluyoruz. Tabi planlarımızı yaparken her şeyi hesap ederek
planlıyoruz. Biliyorsunuz bizim sabit gelir kaynağımız yok. Halka dayanan bir kuruluşuz.
Umumiyetle de daha çok Arap dünyasında görülen zengin birkaç insanın vakfiyesi
mantığıyla kurulmuş bir vakfiye değil İHH. Dernek vakıf karışımı bir şeyiz biz.
Aslında bakarsanız İHH’da.menkul ve gayrimenkul vakfiyesine nazaran emek
vakfiyesi daha fazladır. Normalde bir vakfiyede malınızı, mülkünüzü bir amaca
yönelik vakfedersiniz. Biz de ise insanlar hayatlarını vakfediyorlar ağırlıklı
olarak.
İHH’ya bağış yapanlar ağırlıklı olarak orta gelir sayabileceğimiz bir
bağışçı kitlemiz var. ve hatta onların önemli bir kısmı da fakir sayılabilecek
aileler. Mesela bize ayda bize 5 lira, 1 lira bağış yapan bağışçılarımız var.
Bu 1 lirayı, 5 lirayı vermek için bankaya gidiyor mu insanlar? Evet,
gidiyorlar. O bir duruş, o bir taraf olmadır.
İHH’nın ne kadar gönüllüsü var?
50 binin üstünde.
"YARDIM KURULUŞLARININ BAZI İLKELERİ OLMAK ZORUNDA!"
Türkiye’de birçok yardım kuruluşu olmasına rağmen siz neden
kuruldunuz?
Biz ilktik, demiştim. Bizce bir sakıncası yok çok fazla yardım kuruluşu
olmasının. Sadece Türkiye’de dezavantaj olarak sayabileceğimiz bir şey; biz
daha önce açık bir teklifte sunduk yardım kuruluşlarına: Yardım kuruluşlarının
bazı ilkeleri olmak zorunda! Ne olursa olsun siyasetten etkilenmeyen ne olursa
olsun hiçbir şekilde ihlal edilemeyecek belli ilkeleri olsun. Bu ilkelere de
bütün yardım kuruluşları uysun diye. 20 yıllık bir tecrübeyle bir çağrı yaptık
ama bu yardım kuruluşları tarafından çok da destek görmedi. Ama hala geç değil
bize göre. Biz yurtdışında uluslararası birliklerimizde bunu yapıyoruz.
Dışarıda bunu sağladık ama Türkiye’de maalesef bunu sağlayamadık.
Türkiye’de bir yardım kuruluşu olup da arazide bir sıkıntısı olduğunda
İHH’ya gelip yardım almamış bir tane yardım kuruluşu yoktur. Kuruluşlarında da
destekçi olduk, tavsiyelerde bulunduk, arazide çalışırken de birçok
tıkanıklıklarını biz tecrübemizle yardım ederek aşıyoruz. Bundan da onur
duyuyoruz, memnun oluyoruz.
Biliyorsunuz yardım kuruluşlarıyla ilgili spekülasyonlar yapılabiliyor. Biz
çalışma ilkeleri konusunda, temel prensipler konusunda bir mutabakat sağlayarak
ortak bir şekilde herkesin bu kurallara uymasını ve doğal olarak insani yardım
alanına hiçbir spekülasyonu sokmama taraftarıyız. Bu sadece ne İHH’yı
ilgilendirir ne de diğer yardım kuruluşlarını! Bu herkesi ilgilendirir. Zira bu
alanda yapacağınız bir hata yüz binlerce yetim çocuğun hayatını etkileyecek bir
hata olacaktır. Bu işlerin vebali ve sorumluluğu büyüktür.
"İNSANİ YARDIMDAN DAHA ÖNEMLİ OLAN İNSAN ONURUDUR"
İHH’nın diğer yardım kuruluşlarından farklı ne tür çalışmaları var?
En önemli farkımız önleyici rol, bir nevi koruyucu hekimlik diyebileceğimiz
insanları yardıma muhtaç eden politikalarla, kurumlarla, devletlerle mücadele.
En ciddi farkımız bu. Bunu da en iyi Mavi Marmara olayında görebilirsiniz. Biz
Gazze’ye uygulanan ambargonun kalkmasını hedef olarak koyduk. Oysa zaten yardım
götüren, Gazze’de ofisi olan bir kurumduk. Ama bizim derdimiz Gazze’de yaşayan
Filistinlilerin yardıma muhtaç olmadan, yardım istemek zorunda kalmadan orada
bir yaşam sürmesi. Her insan bunu hak eder.
Allah yardımlaşmayı, zekat müessesini, dengeyi kurmak için adaleti sağlamak
için kurmuştur. Ama sonuçta Allah, zekat müessesinde muhtaç olanın sizin
üzerinizdeki hakkından bahseder. Yani kişi istemek zorunda kalmamalıdır. Kişi
yardıma muhtaç şekilde yaşamak zorunda kalmamalıdır. Dünyanın neresinde olursa
olsun kimse böyle yaşamak istemez. Hiçbir din hiçbir kültür de buna müsaade
etmez, böyle olmasını istemez. Ama şu an ki uluslararası politika, İsrail ve
onu destekleyen Amerika politikası Gazze’de olan Filistinlilerin yardım alarak
yaşamasını, yani ambargonun hafifletilerek İsrail ne kadar müsaade ederse o
kadar yardım alarak yaşamasını istiyor. Bizim buna hakkımız yok, haddimiz de
değil. Biz nasıl özgürce yaşamak istiyorsak, istediğimizi istediğimiz gibi
üretip kendi kendimize yetmek istiyorsak o halkta bunu en az bizim kadar hak
eder. Haliyle de ister Müslüman olsun ister Hristiyan olsun isterse Yahudi
olsun abluka ve ambargo zulümdür. Biz buna karşı duruyoruz.
Çok üzülerek bir şey ifade etmek isterim ki Türkiye’deki yardım kuruluşları
yardım götürmeyi önceliyor. Önemli olan yardım götürmek değil, önemli olan
insanların o ihtiyacını ortadan kaldırmak. Yani insani yardımdan daha önemli
olan insan onurudur. Bizim derdimiz bu ve biz bunun mücadelesini
veriyoruz.
"BİZİ AYAKTA TUTAN EN ÖNEMLİ ŞEY, BAĞIŞÇIMIZ VE GÖNÜLLÜMÜZLE OLAN
GÜVEN İLİŞKİMİZ"
Yardım faaliyetlerinizi sürdürmenizi sağlayan alt yapıyı nasıl sağladınız?
Beslenme kaynaklarınız hakkında bilgi verir misiniz?
Bütün yardımlarımız halktan geliyor. İnsanların gözyaşlarını ve acılarını
da çaresiz kaldığımız bir iki (Suriye’deki) olay hariç hiç kullanmadık. Sadece
orada yakınlaşmanın ve yardımlaşmanın gerekliliğini anlatmaya çalıştık.
Ajitasyondan da mümkün olduğu kadar kaçındık. İnsanların sorunlarını Türkiye ve
dünya kamuoyunun önüne getirdik. Bunu gören insanlar, İHH’ya güven duyan
insanlar ki İHH’nın en büyük kredisi güven duygusudur, bununla da biz
hedeflediğimiz şeye ulaştık. İnsanlar bizi bu mesajlarıyla beraber
destekliyorlar.
Bağışlar konusunda biz mesajımızı kamuoyuna iletiyoruz ve oradan karşılık
buluyoruz. Sonra yaptığımız yardımları geriye dönüp rapor ediyoruz ve
yayınlıyoruz. Böylelikle güven duygusu artarak yürüyor. Bizi ayakta tutan en
önemli şey bağışçımız ve gönüllümüzle olan güven ilişkimiz.
"YENİ BİR YOLA HEP YENİ BİR BİSMİLLAH’LA BAŞLARIZ"
"YENİ BİR YOLA HEP YENİ BİR BİSMİLLAH’LA BAŞLARIZ"
Baktığımız zaman İHH her yere çok hızlı ulaşıyor? Nasıl bu kadar hızlı
olabiliyorsunuz? Bu anlamda nasıl bir kurumsallaşmanız var?
İHH’nın kurumsal yapısı, hizmet anlayışı ve kalitesinin artmasıyla ilgili
çok geniş çalışmalarımız var. Biz bütün yöneticiler olarak bütün her şeyimizi
bırakıp senede birkaç gün kapanır ve her şeyimizi masaya yatırırız. Her
şeyimizi baştan sona gözden geçiririz. 1 yıllık, 5 yıllık, 10 yıllık
planlarımızı tekrar tekrar gözden geçirir, revize eder ve ondan sonra da o
eylem planlarına uygun olarak da yapılanmamızı güçlendirir, eksiklerimizi,
hatalarımızı nelerimiz varsa hepsini tekrar gözden geçirir yeni bir yola hep
yeni bir Bismillah’la başlarız.
Kurumsallaşma, kurumsal alt yapının sürekli revize edilmesi, gözden
geçirilmesi, takımın sürekli bilgilendirilmesi, eğitilmesi… bu depodaki kişiden
ikramda bulunan kişiye, yöneticiden kameranına herkes için geçerlidir. Böyle
bir mantıkla biz bu işi yürütüyoruz.
Bir de bizim için en önemli şey de danıştığımız alimlerimiz. Şüphe olan
hiçbir şeyi biz kendi kararımızla yapmıyoruz. Bir Danışma Meclisi’miz var.
Kimler var bu Danışma Meclisi’nde?
Her meslekten danıştığımız insanlar var: İktisatçı, hukukçu, eczacı, yazar,
iş adamı, öğretmen, yönetici, tarihçi bu insanlar. Sitemizden görebilirsiniz bu
kişilerin kim olduklarını.
Bu kişilerin içinde bir de alimler var. Danışma Meclisi’nin kararları bizim
için bağlayıcı değildir. Alimlere giden mevzularımız ise yönetim için
bağlayıcıdır. Böyle kurallarımız var. Bu istişareleri önemsiyoruz ve çok sıkı
tutuyoruz. Kriz anlarında bile anlık kriz istişarelerimiz vardır.
İHH’nın iç denetimini nasıl yapıyorsunuz? Toplanan yardımlarınızın
suistimale uğramaması için iç denetim mekanizmanızı nasıl oluşturuyorsunuz?
Birkaç tane denetim mekanizmamız var. Ben içten dışa doğru geleyim:
Birincisi, devlet bütün birimleriyle bizi denetliyor. Dönem dönem de komple
her şeyimiz denetlenir. Ve denetleme raporları hazırlanır. Elhamdülillah bu
anlamda şeffaflığa dikkat ettiğimiz için oldukça iyi denetleme raporları aldık.
Hatta Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından verilen “Kaynaklarını amaçları
doğrultusunda en iyi kullanan vakıf” ödülünü (2005) aldık. Gerçekten bunun bizi
denetleyenler tarafından verilmesi memnuniyet verici oldu.
İkincisi, bağımsız denetleme organı tarafından denetleniyoruz. Bu da biliyorsunuz yasal bir şey. Burada da hiçbir müdahale şansınızın olmadığı bir denetleme alanı…
Onun dışında bizim bir de kendi iç denetleme organımız var. Mütevelli
heyetinin, yönetimi ve tüm vakfı denetlemek üzere seçmiş olduğu her sene
seçilen denetleme kurulumuz var. bu denetleme kurulu da her an her şeyi
denetleyebilir, kendisi alt denetleme kuruluşları oluşturabilir. Gidip
Afrika’daki bir su kuyusunu da denetleyebilir personelin mesaisini de
denetleyebilir. Her şeyi ile geniş bir yetkiye sahip.
Bunun dışında, bize eksiklerimizi söyleyin mantığıyla oluşturulmuş
denetlemelerimiz var. Çalışmalarımızda özellikle araziye gönüllü götürüyoruz.
Bir sorun yaşadığımızda “git bak bakıyım, bir denetle de bize bir rapor bildir”
şeklinde de olabiliyor veyahut rutin yardım dağıtımlarına gidiyorlar,
gittikleri zaman biz onlara diyoruz ki şu çalışmalarımız var, bir gözlemleyin
bu çalışma yerli yerinde midir? Bize rapor olarak yazıp getiriyorlar. Bu
raporların içerisinde şu yanlıştır denilen bir mesele varsa hemen ona bir heyet
kuruluyor ve o heyet o iddiaları inceliyor, kararlarını çıkartıyor. Oraya
katılanlar da bir gazeteci, bir öğretmen, bir idareci de olabiliyor. Bu heyetlerin
başında İHH’dan biri oluyor. Bana sorarsanız bizim en iyi denetleme ekibimiz
bu. Devletten daha iyi denetliyorlar.
Hangi kriterlere göre ihtiyaç sahiplerini belirliyorsunuz? Yaptığınız
yardımlarda neleri önceliyorsunuz?
İhtiyaç kriteri tabi ki öncelikli kriter. Yalnız ihtiyaç sahiplerini
belirlerken aynı bölgede din, dil, ırk ayrımı yapmamaya dikkat ediyoruz.
Önceliklerimiz, krizin daha yoğun olduğu bölgeler. Her bölgenin de kendine
has kriterleri var. afrika’da bir çalışma yapıyorsanız neresi daha zor durumda?
Kuraklık varsa hangisi hangi aşamada? Oraya başka yardım eden var mı? Hiç
yardımın gitmediği bir yer var mı? gibi birçok sayısız soru var. Ama ana
kriterler; ihtiyaç sahibi olma, adaletle muamele etmek, onların gönüllerini
kırmadan uygun bir şekilde onlara bu yardımı ulaştırmak gibi temel
prensiplerimiz var.
"HER UZANDIĞINIZ EL SİZİ ŞARJ EDİYOR"
Yardım faaliyetlerinizi yürütürken size heyecan ve umut veren ya da sizi
çok üzen ve karamsarlığa uğratan bir durumla hiç karşılaştınız mı?
En çok heyecan veren an yetimlerle buluşma anı. Onlarla ilk selamlaştığımız
ve kavuştuğumuz an. Kime sorsanız herkes onu söyler. O yetimlerle kucaklaşma
anı.
Bir de hiç kimsenin ulaşamadığı ve çok zorda, darda olduğunu bildiğimiz bir
savaşın ortasındaki çaresiz kalmış insanlara ulaşma anı. Hayat veriyorsunuz,
umut veriyorsunuz, yaşama arzusu veriyorsunuz. Müthiş bir şey bu!
Karamsarlık, bazı bölgelerde ihtiyacın ve sıkıntının boyutu o kadar yüksek
oluyor ki ve bazen insanlar o kadar duyarsız oluyor ki ben Arakan kamplarında
hissettim onu. 10 günlük Arakan-Bangladeş programımız olmuştu. 14 yıldır
oradaydık ve hep yardım ediyorduk, çok şeylerini dünyaya duyurduk, çok şey
yaptık ama yine de kendimizi o kadar yetersiz ve o kadar kötü hissettik ki… Ben
şu an yer yarılsa ve ben yerin içine girsem diye hissettim. İnsan olduğumdan
utanmıştım. Bunlar insanlar mı? Bu insanlar böyle yaşıyorlar ve biz insanız
diye yeryüzünde dolanıyoruz. Bu insanlar böyle yaşıyorsa yeryüzündeki diğer
insanlar insanlıktan çıkmış olmalı! Çünkü o kadar kötü durumdaydılar ve o kadar
büyük problemler yaşıyorlardı, hala da öyle, değişmiş değil. Ve sadece Allah’a
inandıkları için bunu yaşıyorlar. Oysa Arakan kamplarında Allah’a olan
inançlarını yerine getirecek, duadan başka yapacak hiçbir şeyleri yok. En çok
kendimi kötü hissettiğim an o andı. Ve ilk kez çok zengin olmayı istedim.
Oradan alabildiğimiz kadar insanı kurtarıp, yeryüzünde özgür ve güven
içerisinde olabilecekleri bir parça toprak oluşturup da onları yaşatamaz mı
acaba diye. Hala bazen Arakanlı Müslümanları düşünerek dua ederim.
Onun dışında hep bir şeyler yapabilmenin mutluluğunu ve umudunu yaşıyoruz.
Umut verdikçe umutlanıyoruz. Bazen onlar bizi umutlandırıyor. Her uzandığınız
el pil gibi sizi şarj ediyor. O şarj size tekrar enerji yüklüyor. Burada
yaşanılanları anlatmak çok zor. Ben bazen arkadaşlara diyorum, burada
yaşanılanları şairler, romancılar, hikayeciler anlatmalı; bizim sözümüz çok
yetersiz kalıyor. Çünkü o duyguları o gözlemleri bizim anlatmamız, sarf etmemiz
mümkün değil. Onun için götürebildiğimiz kadar da gönüllü götürmek istiyoruz
oralara.
"İNSANLAR EKRANLA İLETİŞİMİ DEĞİL BİRBİRLERİYLE YÜZ YÜZE İLETİŞİMİ
ARTTIRMALI"
Yardım faaliyetleri ile ilgili yardım kuruluşlarının yaptığı çalışmalar,
kriz zamanlarında yapılan haberler ve kamuoyu açıklamaları, yardım kampanyaları
medyada bir gün gündeme getiriliyor sonra hemen unutuluyor. İnsanlarda algı
sorunu ortaya çıkarıyor. “Evet, oradaki problem çözüldü” zannediliyor. Halbuki
öyle değil. Bu algı sorunu sizce nasıl ortadan kalkabilir?
Medyanın böyle bir tarzı var. bununla mücadele etmek de gerçekten kolay
değil. Ama yine de vazgeçmeden nerede bir problem varsa orayı gündeme getirip
farkındalık oluşturmaya çalışmak bizim için büyük bir sorumluluk. Bunun önüne
geçmek ancak toplumdaki insanların birbirleriyle yüz yüze kuracakları ilişkiyle
mümkün olabilir. Biz bunu bütün çalışmalarımızda gördük. Filistin konusunda
biliyorsunuz bir dönem medya kuruluşları yanaşmazken yaptığımız ev ev, salon
salon, konferans konferans yaptığımız programlar sayesinde insanlara yüz yüze
yaptığımız anlatımlarla böyle bir bilincin oluşup, bunun kırılmasını sağladık.
Toplum bilinçlenince medya ona uymak zorunda kalıyor.
80’li 90’lı yıllardaki o bireysel çabalar ister bir siyasi hareketin içinde
olun ister bir cemaatin içinde olun, sivil toplum yapılanmasının içinde olun
insanlara düşen sorumluluk; gördüklerini, şahit olduklarını, okuduklarını
birbirleriyle daha çok paylaşmaları. Ekranla iletişimlerini değil birbirleriyle
iletişimlerini daha çok arttırmalı. Hem insani olan bu hem insanları birbirine
yakınlaştıran bu. Onun için biz bu yöntemi herkesin kullanmasını istiyoruz.
Attığımız bir tivit, Facebook’ta paylaştığımız bir fotoğraf, televizyonda
seyrettiğimiz bir haberden daha etkilisi budur diye düşünüyorum.
"GENÇLERİN YARDIM FAALİYETLERİNDE OLMASI BİZİM İÇİN ÇOK ÖNEMLİ"
Yardım faaliyetlerine katılmak isteyen insanlarda ne gibi özellikler
arıyorsunuz? Herkes yardım faaliyetlerinize katılabilir mi? Kimleri gönüllü
olarak kabul ediyorsunuz?
İnsani yardım alanı 7’den 77’ye herkesin yapabileceği bir şeyin olduğu bir
alan. O yüzden özellikle bir kriter aramıyoruz ama öncelikli olarak gençlerin
bu çalışmalarda olması bizim için çok önemli. Çünkü gençler hem müthiş bir
enerjiyle bu çalışmaları gerçekleştiriyorlar hem de aslında bütün bu soruların
çözümü ve yardımlaşmanın sürdürülebilirliği için gerekli ve önemli.
Onun dışında diğer meslek gruplarının doktorların, psikologların, mühendislerin, eğitimcilerin yapabileceği çok şey olabiliyor. Meslek gruplarında da öncelikler bölgeye ve konuya göre değişebiliyor.
Onun dışında diğer meslek gruplarının doktorların, psikologların, mühendislerin, eğitimcilerin yapabileceği çok şey olabiliyor. Meslek gruplarında da öncelikler bölgeye ve konuya göre değişebiliyor.
Bizim Gönüllü Rehberimiz var. Burada “bir gönüllü İHH için ne anlam ifade
eder?” Ve “bir gönüllü İHH’da neler yapabilir?” diye. Orada tercihler sunmuşuz.
Gönüllü hangi zaman diliminde ve kendisinin hangi yeteneği varsa, neyi
yapmaktan daha mutlu oluyor ve hangisini daha bereketli yapacağına inanıyorsa
biz ona saygı duyuyoruz. Mutluluk bizim için esas. Biz teklifi sunuyoruz ve
gönüllüler formlarla bize geliyorlar, biz de onları muhtelif görevlerde
mesleğine ve becerisine göre görevlendiriyoruz.
Herkes bizim gönüllümüz olabilir. İHH gönüllüsü demek, iyilik ve hayır
gönüllüsü demektir. Çok uzakta olabilir, gelip burada fiziken bir şey
yapamayabilir. Hiç önemli değil. Bulunduğu yerde gidip bir yetimin başını
okşasa o bizim için İHH gönüllüsüdür.
"TÜRKİYE İNSANI ÇOK MERHAMETLİ"
Türkiye’deki insanların sosyal duyarlılığını nasıl buluyorsunuz? Yardım
kampanyalarınızda sizlere yeterli desteği veriyorlar mı?
Türkiye insanı çok merhametli. Baktığınız zaman diğer dünya ülkelerine
Türkiye toplumu çok önde olan bir toplum. Bu çok memnuniyet verici ve örneklik
de teşkil ediyor diyebiliriz. Ancak medya ve iletişim araçlarının ortaya
koyduğu kültür gitgide bunu yok etmeye çalışıyor. Sosyal medyanın olumlu etkisi
olduğu gibi tersine olumsuz etkileri var.
Hep şikayet ettiğimiz bir şey var ya haberlerde gösteriliyor, 100 kişi
öldü, açlıktan şu kadar kişi öldü!.. Bunlar basit rakamlara indirgenecek
şekilde zihinlerde yer buluyor. Veya savaşlar bir aksiyon filmi izlenir gibi
algılanıyor. Yaş gençleştikçe bu algı daha da güçlü hale geliyor. Bunun
değişmesi için sadece bizim değil akademisyenlere, aydınlara, yazarlara herkese
görev düşüyor. Bu insanlığın geleceğini tehdit eden bir şey, sadece
yardımlaşmayı tehdit eden bir şey değil. Böyle bir endişemiz var. Bu gitgide
Türkiye insanının merhamet ve diğerkâmlık duygusunu yok etme tehdidini
barındırıyor. Bunun önüne geçmek için de hep beraber çaba sarf etmeliyiz diye
düşünüyorum.
Türkiye devletinin, yürütmüş olduğunuz yardım faaliyetinde size olumlu ya
da olumsuz ne tür etkisi oluyor? Devletin imkanlarından yararlanabiliyor
musunuz?
Özellikle geçmişte zorluk yaşadığımız durum çoktu. Bunun bedelini ödeyen
bir başkanımız var. 28 Şubat döneminde çok ciddi zorluklar yaşadık. Sonrasında
mevzuatla ilgili çok ciddi zorluklar yaşadığımız dönemler oldu. Şu an nispeten
bu zorluklar geçmiş durumda. Çalışmalarımızı yürütürken devletin kolaylaştırıcı
olması gerektiğini düşünüyoruz. Bir de dünyanın her yerinde bu
kolaylaştırıcılığı görüyoruz biz. Devletle ilgili herhangi bir girişimde
bulunduğumuz zaman olumlu yanıt alıyoruz. Yardımlaşmayı yaygınlaştırma
konusunda yaptığımız projeler ve teklifler de olumlu karşılanıyor. Mecburen
zorunlu olduğumuz alanlar oluyor. Mesela Suriye Mülteci Kampı’ndaki çalışmalar
gibi.
"TÜRKİYE’DE YARDIM KURULUŞLARI ARASINDA İŞBİRLİĞİ KÜLTÜRÜ YOK!"
"TÜRKİYE’DE YARDIM KURULUŞLARI ARASINDA İŞBİRLİĞİ KÜLTÜRÜ YOK!"
Diğer yardım kuruluşlarıyla beraber ortak yardım faaliyeti yürütüyor
musunuz?
Dünyadaki uluslararası ölçekli ve daha büyük yardım kuruluşlarıyla
işbirliklerimiz çok daha fazla. Türkiye’de ortak kampanyalar oluyor ama çok
nadir. Mesela Suriye ile ilgili kollektif bir çalışma yapıldı ama Türkiye’de
yardım kuruluşlarının iş birliği anlayışı çok daha zayıf. Bizim dünyadaki işbirliği
hacmimize baktığımız zaman Türkiye’deki bunun yanında çok daha zayıf
kalıyor.
Türkiye’deki yardım kuruluşları arasında neden bu kadar az ve zor iş birliği yapılıyor?
Birincisi, böyle bir kültür yok. Aslında iş birliği masrafları azaltan,
birçok yönden yardımları kolaylaştıran bir şeydir ama yardım kuruluşlarında
böyle bir kültür yok. Yurtdışında bu kültür daha yaygın ve biz bunu dışarıda
çok daha kolay işbirliği yapabiliyoruz.
Türkiye’de kendi alanında kendi yaptığı çalışmayla yetinmek daha çok tercih
ediliyor. Oysa birlikte istişare edilerek sorunlara belirlenecek ortak
politikalarla çözüm üretmek mümkün. Dikkat ederseniz sadece yardım alanında
değil, Türkiye’de sivil toplum çalışmalarının bütün alanlarında, eğitim konusu
da böyledir işbirliği kültürü çok zayıf. Rakip gibi görülüyor. İnsanı ilgilendiren
alanda rekabet söz konusu olmamalı.
Uluslararası yardımlarda en büyük eksikliğimiz hangi alandadır?
En önemlisi, devlet, İHH gibi yardım kuruluşlarının hem Türkiye’deki hem de
dünyadaki hareket kabiliyetini kolaylaştırıcı bazı imkanlara sahip uluslararası
mevzuat gereği. Bu mevzuatı değerlendirerek kolaylaştırıcılıklar
yapabilir.
"ADALET
ÜZERE POLİTİKA İÇİN BASKI GÜCÜ OLMAK"
Türkiye’de ve dünyada son 10 yılı değerlendirerek, gelecek 10 yılda nasıl
bir sosyal yardım politikası uygulamayı hedefliyorsunuz? Gelecekte ne gibi
yardımlar yapmayı planlıyorsunuz?
Birincisi, sadece yardım taşıma mantığından kurtulması lazım insanların.
Başta söylediğim İHH’nın misyonunun yaygınlaşması gerekiyor.
İnsanlar mazlum ve muhtaç olsun da biz de onlara yardım götürelim
psikolojisi iyi bir psikoloji değil. İnsanlar yardıma muhtaç olmaktan
kurtulmalı ve biz bu politikaları engellemeliyiz. Bu bilinci oluşturmak
gerekiyor. Bundan sonraki 10 yılda perspektif böyle olmalı. Biz bu perspektifi
dünyada da oluşturmaya çalışıyoruz Türkiye’de de oluşturmaya çalışıyoruz.
Adalet üzere politika için baskı gücü olmak. Bunun etkisini sağlayacak olan
yardım kuruluşlarıdır. Burada devlete de sorumluluk düşüyor uluslararası
mekanizmaya da sorumluluk düşüyor.
Ayrıntılı Bilgi İçin: www.ihh.org.tr