İnsan Hakları ve
Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği (MAZLUMDER), "Kim olursa olsun, zalime
karşı mazlumdan yana" sloganıyla 28 Ocak 1991 tarihinde kuruldu.
Daha çok MAZLUMDER kısa adıyla tanınan sivil toplum kuruluşu, insan haklarını hiçbir ayrım gözetmeksizin tüm insanlar için çifte standartsız bir temelde savunmaya kararlı bir grup insanın ortak girişimi olarak doğdu.
Daha çok MAZLUMDER kısa adıyla tanınan sivil toplum kuruluşu, insan haklarını hiçbir ayrım gözetmeksizin tüm insanlar için çifte standartsız bir temelde savunmaya kararlı bir grup insanın ortak girişimi olarak doğdu.
Her
türlü zulmün kaldırılması ve
yeryüzünde tüm haksızlıkların son bulması için çalışmayı, insan olarak var
olmanın ve insanca yaşamanın bir gereği olarak kabul ediyorlar. Türkiye içinde
ve dışında insan hak ve özgürlüklerinin
korunması ve geliştirilmesi; her
türlü insan hakları ihlallerinin son bulması için çalışmalarını sürdürüyorlar.
İnsan
Hakları ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği (MAZLUMDER)’nin yapmış olduğu
çalışmaları MAZLUMDER Genel Başkan Yardımcısı M. Cüneyt SARIYAŞAR Bey’le
konuştuk.
MAZLUMDER (İnsan Hakları ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği)
"KİM OLURSA OLSUN ZALİME KARŞI, KİM OLURSA OLSUN
MAZLUMDAN YANA"
Öncelikle MAZLUMDER hangi amaçla, ne zaman kuruldu? Kısaca bize
kuruluşunuzla ilgili bilgi verir misiniz?
MAZLUMDER, 1991 yılında İslami
hassasiyetlere sahip geniş bir sosyolojinin özellikle İstanbul ve Ankara
eksenli olmakla birlikte, geniş istişarelerle, insan hakları alanında kurulan
bir dernektir.
İnsan haklarıyla ilgili alan, Müslüman sosyolojiye 80’lerin sonunda 90’ların başında girmiştir. Çünkü 80’lerin sonunda toplumda İslami kimliğiyle var olma çabası içinde bulunan bu geniş sosyoloji, artık gerek eğitim alanında gerekse de iş alanında gerek yönetim kademelerinde yer almak gerekse de işletme sahibi olarak toplumda etkin bir aktör olabilme noktasında toplumda adım adım geliştiği bir sürece rastlar. Bu günlerde hem bu İslami hassasiyet içerisinde hayata bakan sosyolojiye baskılar başlamıştır. Bu baskılar sonucu olarak da ciddi gözaltılar söz konusu olmuştur. Hapishanedeki süreç başlamıştır. Ve bu sürecin bazılarında da çok ciddi işkencelerle karşılaşılmıştır. Böyle bir zaruretten, pratikten hareketle insan hakları alanında söz söylemek ve mücadele vermek gerekmiştir. Bu gereklilik, insan hakları alanında İslami hassasiyetleri gözeten bu sosyolojinin kendi birikimiyle bir okuma yapmasına da sebep olmuştur. Tam da bu noktada MAZLUMDER, kendini oluştururken bu İslami hassasiyetlerin içinden okumasıyla “kim olursa olsun zalime karşı, kim olursa olsun mazlumdan yana” genel düsturuyla mazluma kimliğini sormadan mücadeleyi başlatmıştır.
İnsan haklarıyla ilgili alan, Müslüman sosyolojiye 80’lerin sonunda 90’ların başında girmiştir. Çünkü 80’lerin sonunda toplumda İslami kimliğiyle var olma çabası içinde bulunan bu geniş sosyoloji, artık gerek eğitim alanında gerekse de iş alanında gerek yönetim kademelerinde yer almak gerekse de işletme sahibi olarak toplumda etkin bir aktör olabilme noktasında toplumda adım adım geliştiği bir sürece rastlar. Bu günlerde hem bu İslami hassasiyet içerisinde hayata bakan sosyolojiye baskılar başlamıştır. Bu baskılar sonucu olarak da ciddi gözaltılar söz konusu olmuştur. Hapishanedeki süreç başlamıştır. Ve bu sürecin bazılarında da çok ciddi işkencelerle karşılaşılmıştır. Böyle bir zaruretten, pratikten hareketle insan hakları alanında söz söylemek ve mücadele vermek gerekmiştir. Bu gereklilik, insan hakları alanında İslami hassasiyetleri gözeten bu sosyolojinin kendi birikimiyle bir okuma yapmasına da sebep olmuştur. Tam da bu noktada MAZLUMDER, kendini oluştururken bu İslami hassasiyetlerin içinden okumasıyla “kim olursa olsun zalime karşı, kim olursa olsun mazlumdan yana” genel düsturuyla mazluma kimliğini sormadan mücadeleyi başlatmıştır.
Bu mücadele günlük pratiğinde, başörtüsüyle okuluna giremeyen
kızlarımızın yanında, sakallarıyla okullarına giremeyen erkek çocuklarımızın
yanında yer almayı; başörtüsüyle hastanelerde, eğitim alanlarında veya herhangi
bir iş göre mevkiinde görevini ifa edemeyen ve başlarını açmaya zorlanan
insanların yanında… Sırf yakınlarının yaşantılarından dolayı bir şekilde
tanımlanarak ve bir kısım bahanelerle yaşanan arka arkaya yoğunlaşan süreçler
MAZLUMDER’i ortaya çıkartan pratik gerçeklerdir.
MAZLUMDER, buradan hareketle
meseleye bakarken kendi düşünce dünyasından vahye tabi olan aklın
birikimlerinden yaptığı okumayla mazluma kimliğini sormamayı temel şiar edinmş
bu noktada pratik örneklik Habil ile Kabil hikayesini önüne koymuş, Peygamberimiz
(sav)’in gençliğindeki “Hilfül Fudul” hareketinin enerjisini almış, bu çağda
bir “erdemliler hareketi ittifakı olarak bu yola çıkmıştır.
Bu noktada MAZLUMDER, hemen insan hakları sorunuyla ilgilenirken
önünde Türkiye’nin iki büyük sorunuyla karşı karşıya kalmıştır: Bunlardan bir
tanesi Müslüman kimliğine, diğeri bununla beraber Kürt kimliğine yönelik
yapılan tecavüzlerdir. MAZLUMDER birebir alanda ve pratikler içerisinde hemen
insan hakları perspektifine yaklaşan raporlarıyla ve diğer çalışmalarıyla
toplumsal duyarlılığı yükselten çalışmalarla bu duyarlılığı korumaya devam
etmiştir.
"MAZLUMDER, MÜSLÜMAN KİMLİĞİN MÜCADELE ALANLARINDA VARLIĞINI GÖSTERMİŞTİR"
"MAZLUMDER, MÜSLÜMAN KİMLİĞİN MÜCADELE ALANLARINDA VARLIĞINI GÖSTERMİŞTİR"
MAZLUMDER’in bugüne kadar yapmış olduğunuz çalışmalar hakkında
kısaca bilgi verir misiniz?
MAZLUMDER, kendi düşünce pratiğinden hareketle bir yandan
başörtülü insanların okulda okumaları, bir yandan bu mücadele içerisinde bu
konuda görüşlerini beyan ettikleri için duruşlarından dolayı (sisteme muhalif
oluşlarının sebebiyle) içeri alınanlar, fikir suçluları... Öbür tarafta
üniversitedeki mücadele ortamının ortaya çıkardığı mağdur edilen insanlar… Yine
lise düzeyindeki okullarda, özellikle imam hatiplerdeki mücadele yoğun olarak
bu Müslüman kimliğin mücadele alanlarında MAZLUMDER’in varlığını
göstermiştir.
Bunun yanı sıra Kürt sorunu
üzerinden de Türkiye’de var olan gelişmelerde taraf olmuş, zulme karşı
mazlumların yanında yer almıştır. Türkiye’nin ağırlıklı Kürt sorunu üzerinden
1992 yılında Kürt Forumu düzenleyerek toplumun en can yakıcı sorununa Müslüman
kimliğe sahip ve bu hassasiyetleriyle önde gelen pek çok aydın, düşünür, yazar
ile bir forum düzenlemiş ve bunu topluma bir katkı olarak sunmuştur.
Mücadele alanlarınız nelerdir?
MAZLUMDER, ülke içindeki
sorunlarla birebir ilgilenirken kendi zihin dünyası hem ümmet perspektifine hem
de insanlığa karşı sorumluluğa açık olduğu için bu iki yönde de MAZLUMDER’i
aktif görmektesiniz.
MAZLUMDER, kuruluşundan itibaren ümmet coğrafyasında var olan
bütün zulümlere karşı duyarlı olmuş ve çatışma alanlarında gerçekten etkin rol
oynamıştır. Bu noktada Bosna, Çeçenistan, Afganistan, Irak Savaşları’nda ne
gibi rol üstlendiğini de bizzat geçmişte yapmış olduğu çalışmalardan
görebilirsiniz.
"MÜSLÜMANLAR İÇİN 'İNSAN HAKLARI' VAROLUŞSAL BİR
PROBLEMDİR"
İnsan haklarını nasıl tanımlıyorsunuz? İnsan hakları, Batı
menşeli bir tanım olmakla birlikte özgürlük alanlarına yapılan müdahale ile
genellikle söz konusu ediliyor. Mazlumder’in insan haklarına bakış açısı
nasıldır?
Malumunuz insan hakları bağlamında bir bakış açısı Sanayi
Devrimi sonrası gelişen toplumların sorunları ve bu sorunlarla ortaya çıkan
uğraşı alanları bağlamında değerlendirebileceğimiz bir alandır. Evet, modern
devlet insan hayatında etkili olan, 7/24 bireylerle beraber olan bir devlettir.
Bu noktada modern devletin bireye ve bireyin oluşturduğu topluluklara karşı
kahredici bir gücü vardır. Bu devlet otoritesini, erkini elinde bulunduranların
zaman zaman bireyin ve toplumun haklarını ihlal eden uygulamaları söz
konusudur. Bu süreç zamanla bir mücadele sürecini de kendi içinde getirmiş ve
Batı’da insan haklarıyla ilgili özellikle modern zamanların sorunu olarak bir
alan inşa edilmiştir. Bu alanı kısaca şöyle tanımlayabiliriz: Devletin, birey
ve topluma karşı işlemiş olduğu suçlarla ilgilenen bir alandır. Bu noktada da
temel insan hakları düşüncesini baz alan bir mücadele alanıdır.
İnsan hakları, insanın var olan
haklarıyla onurlu bir birey olması için toplumdaki bütün engeller insan
haklarının mücadele alanını oluşturmaktadır. İnsan hakları Batı’da deyim
yerindeyse insanların tırnaklarıyla kazıya kazıya aldıkları bir mücadele
alanıdır. Ama Müslüman bir zihin için “insan” ve “hak” kelimesi yan yana
geldiği zaman bu aslında varoluşsal bir problemdir, bakış açısıdır,
çözümlemedir. Onun için biz MAZLUMDER’in tefekkürünü Habil ile Kabil’in
hikayesinden başlattık. Çünkü MAZLUMDER Habil olanların yoludur. Ya da
MAZLUMDER Kabil olmayanların yoludur. Biz bundan dolayı yeryüzünde insan
haklarını oluşturan temel sorunun kula kulluğa karşı bir duruşla
halledilebileceğini, başka bir şekilde ifade edersek asli sorunun kula kulluk
olduğunu beyan ettik.
Biz, insan haklarını Batı’daki gelişim süreci içerisindeki
örnekliğini değerli buluyoruz. Ortak kazanım olarak İnsan Hakları Evrensel
Beyannamesi’nden bugüne bütün sözleşmeleri, uluslararası anlaşmaları değerli
buluyoruz. Bunları insanlığın bir kazanımı olarak kabul ediyoruz. Ama Adem
(a.s.)’den beri gelen tefekkürün, vahiy birikiminin sahipleri olarak da insan
haklarıyla ilgili bu gelişmeleri de biz vahyin geri kalanı olarak
değerlendiriyoruz. Dolayısıyla insan haklarını kendi yitik malımız olarak
görüyoruz. Bu noktada eğer vahiyle çelişen birtakım pratikler ve çıkarımlar söz
konusu olursa da onlarla ilgili de açık ve net tavrımız insanın hevasıyla
ürettikleridir diyoruz. Bu noktada da insan haklarına marjlı duruyoruz.
"YAŞADIĞIMIZ
DÜNYANIN EN SİSTEMATİK KÖTÜLÜĞÜ FAİZDİR"
Türkiye’de ve dünyada ne tür insan hakları ihlalleri yaşanıyor?
En çok hangi konularda insan hakları ihlalleriyle karşılaşılıyorsunuz?
İnsan hakları ihlalini oluşturan birtakım asli problemleri bizim
birikimimizle ifade edecek olursak; Allah insanlara adaleti, iyiliği ve
yakınlarını gözetmeyi emrediyor. Allah insanlardan fahşayı, munkeri ve tuğyanı
yasaklıyor. Allahüteala insanlara adaleti ve iyiliği emrediyor. Çünkü bunu
ihlal eden şey nedir? Fahşa. Fahşa olan şey fahiş olan, yani sen kendinde olana
razı değilsin, yanındakinin ya da karşındakinin hakkına doğru yöneliyorsun. Bir
kere buna yönelen bir zihin fahşa içindedir. Bu yönelimin için pratikler
üretmen gerekiyor, bunlar da kötülüklerdir. Bunun başlangıcı da Kabil’in
kardeşine yönelmesidir. İşte insan hakları ihlallerinin de aslı sebebini bu
tuğyan (sistematik kötülükler) oluşturmaktadır.
Yaşadığımız dünyanın en sistematik kötülüğü faizdir. Faiz bir
tuğyandır, hak ihlalidir, sistematik bir kötülüktür ve tam anlamıyla da insan
hakları ihlalidir aslında. Ama bu birebir yaşam hakkını ihlal eden pek çok
insan hakları ihlali günümüzde daha pratik örnekler bizim ilgimizi çekiyor. Ama
bunun için biz MAZLUMDER olarak sosyal ve ekonomik haklar diye yeni alanlar açtık.
Bugün bir savaş ya da diğer büyük insan hakları ihlalleri gibi bunu gündeme
taşımıyoruz. Biz bunu gündeme getirdik.
Bunun yanı sıra gerek siyasilerin gerekse de emperyalist
güçlerin insan haklarını bir soft power (yumuşak güç) olarak değerlendirmesini
ve bunu kullanmasını, üçüncü dünya ülkeleri üzerinde evriltmek için basamak
olarak kullanmalarını da eleştiriyoruz. Bu açıdan dünyadaki insan hakları
birikimine analitik bir duruşumuz söz konudur.
Dünyadaki insan hakları
ihlallerinin çeşitlerine baktığımız zaman bölgesel işgaller en başta
gelmektedir. Enerji ve doğal kaynakları temelde sömürmeye yönelik emperyalist
baskılar ve onlarla beraber gelen yerel diktatöryal siyasi mekanizmaları dış
güçlerin marifetiyle oluşturulması, o toplumların beraberinde sömürülmesini
getirmektedir.
Bugün uluslararası şirketler tarafından enerji ve tabi
kaynaklara yönelik sömürü düzeni devam etmektedir. Batı’nın kaynaklarının
devamı için bu yol kullanılabilir bulunmaktadır. Tabi bunlar yerel iktidarlarla
beraber yapılan ittifaklarla yapılmaktadır. Artık hızlı iletişim sayesinde
halkların bilinçlenmesi ve örgütlenmesi daha mümkün hale gelmiş olduğundan
dolayı yeryüzünde ciddi bir duyarlılığın ortaya çıktığını görüyoruz. Bununla
beraber de emperyalist olguların artık kendilerini “demokrasi” ile ifade
ettiklerini, demokrasi ve insan hakları havariliği üzerinden kendi emperyalist
tutkularını inşa etmeye çalıştıklarını gözlemlemekteyiz.
"BİR
DURUŞ SERGİLEMEK MAZLUMDER’İN EN ÖNEMLİ VASFIDIR"
İnsan hakları ihlalleriyle ilgili ne tür yaptırım gücüne
sahipsiniz? Bu konuyla ilgili hem hukuki hem de sivil anlamda siz ne tür
girişimlerde bulunuyorsunuz?
İnsan hakları ihlallerine karşı bizim tespit, teşhis ve teşhir
gibi üç adımı önemseyen bir sürecimiz var. Öncelikle bir insan hakları ihlali
var mı yok mu onu tespit ediyoruz. Bunu yaparken de gerek bireyin gerekse
toplumsal olayın durumuna bakıyoruz. Örneğin; bir bireyin mülteci olarak
ülkemize gelme durumu var ve hava alanında deportu söz konusu. O durumda biz
buna müdahale ederiz. O kişinin mültecilik hakları üzerinden savunusunu
gerçekleştiririz. Bunun BM’de ve iç işleri ve dış işleri bakanlığı nezdindeki
işlemlerini oluşturmaya çalışırız.
Genel olarak toplumsal olaylarla ilgili raporlamalar yaparız.
Hak ihlallerini tespit ederken ya bireyin ya da toplumsal hadisenin kendisine
bakıyoruz. Olay toplumsal bir hadise ise tarafların, grupların hepsini dinleriz.
Ve onların hepsinden aldığımız bilgileri veri havuzunda toplayarak onlardan bir
raporlama çıkartırız. Bu da teşhis safhası oluyor.
Üçüncü adımımız da teşhirdir. Bu raporlamaları kamuoyuyla
paylaşırız. En önemli adım burasıdır. Zulmün karşısındaki en önemli mücadele
yöntemi, o zulme karşı bir duruş sergilemektir. Bir duruş sergilemek
MAZLUMDER’in en önemli vasfıdır. Bu yüzden MAZLUMDER sloganında “Ne olursa
olsun zalime karşı” demiştir. MAZLUMDER, tarafsız bir kurum değildir; kim
olursa olsun mazlumdan yana bir kurumdur. Onun için MAZLUMDER’in tespit ve
taşhisten sonra en önemli adımı teşhirdir.
MAZLUMDER, yapılan zulmü niteliğiyle, nasıllılığıyla ifade
edip, belirledikten sonra bunu kamuoyuyla paylaşır ya basın açıklaması yapar,
ya basın toplatışı yapar, basın bildirisi dağıtır, sempozyumlar yapar, toplumda
eylemlilikler gerçekleştirir. Bir şekilde karşı duruş gerçekleştirir.
"HAK İHLALİ YAŞAYANLAR DİREKT MAZLUMDER’İ
ARAYABİLİRLER"
Yurtiçinde veya yurtdışında hak ihlali yaşayan birisi size nasıl
ulaşabilir, başvurabilir? Yaşadıkları mağduriyetle ilgili neler yapabilirler?
Çözümsüz kaldıklarında neler yapmalarını tavsiye edersiniz?
Yurtiçinde veya yurtdışında hak ihlali yaşayan insanlar direkt
MAZLUMDER’i arayarak müracaatlarını yaparlar. Bu müracaatlar bizim hukuk
koordinatörümüz tarafından değerlendirilir. Önce hangi ihlalle ilgili bir
durumla karşı karşıya olduğumuz; durumumuz ve bu durumla ilgili atacağımız
adımlarımızı tespit edip o adımlarımızı atarız.
Yurtdışından bir konu geldiği zaman bu durumla ilgili dış
ilişkiler koordinatörlüğümüz ve bu durumla ilgili bir birimimiz var. Bu iç
mekanizmalarımızı çalıştırarak yurtdışındaki ihlaller noktasında da gerek kendi
toplumumuzdaki toplumsal duyarlılıkları canlandırırız gerekse de konunun doğru
haber kaynaklarını kendi bilgimizle oluştururuz.
Doğru haberleri aldığımız doğru teşhisleri yaptığımız konularda
da biz raporlamalarımızı yaparız. Bu raporlarımızı BM’lerden başlayarak bütün
ilgili ülkelerin iç ilişkileri, dış ilişkileri bakanlıklarına ilgili bütün
siyasi mekanizmalara bu raporu yayarız. Ve karar verici siyasi mekanizmalar
üzerinde de baskılar oluştururuz.
"ALLAH’I
YOK SAYDIĞINIZ BİR DÜNYADA YERYÜZÜ TANRILARI ÜRETMEK ZORUNDASINIZ!"
Bugün “özgürlüğün” temsili Amerika’da veyahut “demokrasinin
beşiği” denilen Avrupa’da insan haklarını aşan uygulamaların olduğunu
görüyoruz. Siz daha yakından takip ediyorsunuzdur… Bu ülkelerde insan haklarına
sığmayacak ne tür insanlık dışı gelişmeler yaşanıyor?
Özellikle Amerika’dan başlarsak yaklaşık 250 yıllık bir devlet.
Son 100 yılda dünya üzerindeki hegomonik güçler arasına katılmıştır. Bundan 100
yıl önce Osmanlı’dan devraldığı emperyal pozisyonunu, “Güneş batmayan
imparatorluk” çerçevesinde yaşayan İngiliz aklı Amerikan pratiğiyle yeni bir
uluslararası hegomonik bir düzen inşa etmiştir.
Bu düzenin kendisini ABD veya
İngiltere ile sınırlamadığını bunun için bir mekanizma kurduklarını
gözlemlemekteyiz. Aslında bu mekanizma iyilik köprüsüdür. Yeryüzündeki emperyal
tutkularını ve ideallerini insanlığın çıplak görmesini engellemek için bir
illüzyon oluşturmuşlardır. Oluşturdukları bu illüzyonun sistematik hali BM’dir.
Bu BM’ni inşa ederken bir yandan insan haklarını incelemişler öbür taraftan da
insan haklarını insana odaklı güç merkezleriyle meşrulaştırmışlardır. Bunun
sonucu olarak BM’ler Güvenlik Konseyi’ni oluşturmuşlardır.
Neden İslam’da kula kulluk yasaklanmıştır? Neden İslam kadirdir?
Çünkü Allah’tan başka otorite yoktur. Çünkü Allah’ın hesap görüşüne inanırsınız
ve yeryüzündeki hayatınızı ona göre düzenlersiniz. Ama Allah’ı yok saydığınız
bir dünyada yeryüzü tanrıları üretmek zorundasınız. İnsanların tamahkârlıklarına
karşı sizin yeryüzü tanrıları yaratmanız gerekmektedir. İşte bu anlamda
aslında yeryüzünü sömüren “5’li Çete” diye ifade ettiğimiz BMGK’nın
temsilcileridir. Yeryüzü kaynaklarını sömürme konusunda anlaşmış ve bunun
gerektirdiği sistematiği BM çatısında kurmuşlardır. Böyle bir mücadelenin
içinde insan hakları mücadelesi hem sorunludur hem de sorgulanmalıdır.
Bu ülkelerin temel vasfı bir kere dünya üzerinde insan
haklarıyla ilgili temel duyarlılık oluşturmaya çalışırken öbür taraftan kendi
emperyal tutkularını da bunun üzerinden inşa etmeleri ve bunu aslında
saklamalarıdır. Öyle bir sistem kurmuşlar ki, bu sistem insan haklarına hizmet
eden bir sistem değil, insan hakları gibi hak ve adalet mekanizmasını almış
kendi düzenlerinin bununla yontarak, biçerek tekrar muhkem kılan tanıklığımız
var. Son 100 yıl böyle bir tanıklığımız söz konusu. Bu gün ön planda olan insan
hakları örgütlenmeleri var. Bu örgütlenmelerin dahi en ağırlıklı raporları bu
ülkelerin insan hakları ihlalleriyle alakalıdır.
"YERYÜZÜNDEKİ
ÖZGÜRLÜĞÜN EN ÖNEMLİ GÜVENCESİ FARKINDALIK VE BİLİNÇLENME"
Hukuki boşlukların ya da mağduriyetlerin çokça yaşandığı Doğu
toplumlarında hukuki alt yapıyı oluşturmak ve hesap sorma bilincini oluşturmak
için öncelikle ne yapmak gerekiyor? Bununla ilgili bir çalışmanız mevcut mu?
Bu gün Filistin sorunun da küresel bazda bir duyarlılık oluşmuş
ve insan hakları aktivistleri MAZLUMDER’in de içinde bulunduğu, Avrupa’dan da
birçok insan hakları örgütünün de katıldığı ve ülkemizde İnsani Yardım Kuruluşu
olan İHH’nın başı çektiği büyük bir organizasyon gerçekleştirilmiştir.
Filistin’de yaşanan zulme bir “dur” demek için, ablukanın kalkması için,
küresel bir duyarlılık ortaya koyulmuştur. Bu adımla Mavi Marmara gemisinde 9
insanımız şehit olmuştur ama adeta düzen değişmiştir. İşte insan hakları
denilen olgunun küresel düzeni nasıl değiştirebileceğinin somut örneklerinden
bir tanesidir.
Bu düzen değişikliği İsrail’in konumlanmasını ve konuşlanmasını
aşağıya çekmekle kalmamış, İsrail’in birincil destekçilerinden olan Arap
ülkelerinde bulunan diktatörlerin de Filistin olayından paylarını almalarına
neden olmuştur. Yıllardır diktatörlerine karşı başkaldıramayan Arap
ülkelerindeki halklar, Mavi Marmara olayından sonra çok ciddi
cesaretlenmişlerdir. Ortaya adeta bir kelebek etkisi çıkmış, Arap halkları
dalga dalga kendi diktatörlerine karşı bedel ödeyerek, özgürlüklerini talep
ederek ayağa kalkmışlardır.
Bütün bu süreç şunu göstermektedir ki, insan hak ve özgürlük
alanında yapılacak olan farkındalık ve bilinçlenme çalışmaları yeryüzünde barış
ve özgürlüğün en önemli güvencesidir. Biz yöneticilerimize yönetim hakkımızı
veririz, dönüp murakabemizi de yaparız, hesabımızı da sorarız. Bu hesap sorma
noktasındaki bilinç oluşturmak için çalışan önemli örgütlenmelerden bir
tanesidir MAZLUMDER.
"İNSAN HAKLARI İHLALLERİNİN ORTADAN KALKMASININ TEK YOLU EMPERYALİZMİN,
KÜRESEL ŞİRKETLERİN GÜCÜNÜN SONUÇLANDIRILMASIDIR"
Yaşanan insan hakları ihlallerinde cinayet, terörizm, toplu
cezalandırmalar ve işkencenin öne çıktığını görüyoruz. Dünyada cereyan eden bu
olayları bitirmek, önünü kesmek mümkün mü? Bunun için neler yapılabilir?
Cinayetler ya da bu tür fiiller daha objektif sayılabilecek
fiillerdir. Burada objektif olmayan ‘terörizm’ kelimesidir. Terörizm aslında
siyasal bir tanımlamadır. Çünkü bir ülkedeki karşıt siyasal faaliyet açısından
terörist faaliyettir. Onunla paralel siyasi örgütler ve devletler için bir
ulusal savunma veya kurtuluş mücadelesidir. Dolayısıyla terörizmi doğru
tanımlamak lazım. Terörizmi siyasi, hukuki hedefleri olmadan dini, dili, ırkı
ayırmadan yapılmalıdır. Bu da aslında sonuçtur.
Yeryüzünde insan hakları ihlallerinin ortadan kalkmasının tek
bir yolu vardır, emperyalizmin, küresel şirketlerin gücünün
sonuçlandırılmasıdır. Bu bir insanlık mücadelesidir. Bu mücadeleye bir zaman
dilimi biçmeden yeryüzünde bu sorunun neden var olduğuna dair sorular sorup
cevaplar üreterek bu sorunun ortadan kalkması sağlanabilir. O yüzden
Allahüteala toplumun otoritesini elinize alırsanız adaletle hükmediniz ve
işlerinizi şura ile görün diyor. Demek ki toplumun ortak olmasını ve adaleti
önemseyeceğiz.
"KÜRT
SORUNUYLA İLGİLİ PEK ÇOK SÖZÜ ÖNCEDEN SÖYLEMİŞ ÖNCÜ BİR KURULUŞUZ"
Türkiye’de yaşanan barış süreciyle ilgili herhangi bir
girişiminiz oluyor mu? Barış süreciyle ilgili ne düşünüyorsunuz?
MAZLUMDER, Kürt sorununun daima barışçıl yollarla çözülmesi
noktasında 20 yıldır deyim yerindeyse bas bas bağıran bir kurum. Bu noktada
toplumsal algının gerçeklikle ilgisinin kesildiği zamanlarda Kürtçü olarak
tanımlanmış bir dernektir. Hiçbir zaman Kürt kavmi hassasiyeti ve algı
perspektifine sahip olmayan bu perspektife sığmayacak bir kurum olduğu halde
toplumdaki yanlış algı ve illüzyon sebebiyle adeta pek çok zaman “Kürtçü”
olarak damgalanmış, suçlanmış bir kurumdur. Tek bir hassasiyeti vardır: Kürt
kimliğine yapılan baskının, zulmün, yaşanmışlıkların net bir şekilde ifade
edilmesiydi. Tabi bu gün artık bu konudaki anlam ifadesi rahatlamıştır. Dün
MAZLUMDER’in söz ettiği konular bu gün devlet tarafından da kabul edilmiş,
MAZLUMDER’in haklılığı bir kez daha kanıtlanmıştır.
MAZLUMDER, Kürt sorununda pek çok sözü önceden söylemiş, bakışı,
görüşü ile kendi perpektifini inşa etmiş öncü bir kuruluştur. Dolayısıyla barış
süreciyle ilgili aktif olarak bu çabanın içerisindedir. Bu anlamda hem
toplumsal bilinci geliştirmek hem de kabul edilebilirliği geliştirmek açısından
MAZLUMDER bütün çalışma alanlarında bu faaliyetlerini sürdürmektedir. Bu
sürecin içerisinde de varız ve çalışmalarımıza devam edeceğiz.
"SERMAYE
İLE SÖMÜRÜLEN HALKLARIN GÜCÜ GELECEKTE KARŞI KARŞIYA GELECEK"
İnsan hakları bağlamında dünyanın geleceğini nasıl
öngörüyorsunuz? Gelecekte hangi problemlerle karşılaşmamız olası, hangi
problemlerin ortadan kalkması mümkün görünüyor?
İnsan hakları bağlamında dünyaya göz attığımızda küresel
emperyalizmin devletler eliyle dünyada yaygınlaşmasını küresel şirketler eliyle
bir gelecek inşasına çevirdiğini gözlemlemekteyiz. Dolayısıyla dünya üzerinde
paranın hareketi ve dolanımı küresel emperyalizmi ifade eder hale gelmiştir.
Bunun devletlerle ilintisi olmakla beraber aslında bu yavaş yavaş devletlerden
bağımsız hale dönüşmektedir. Bir yönüyle devlet bu egemen sermayenin aracı
haline evrilmektedir. Bunun birinci aşamasını küresel şirketlerin Afrika ve
üçüncü dünya ülkelerindeki diktatör iktidarları indirip, değiştirmeleriyle
kendine bir tecrübe edinmişlerdir. Bu tecrübelerinden hareketle kendi küresel
pazarlarını korumak ve sürdürme gayreti içerisindedirler.
Ana sorunun yeryüzündeki kaynakları sömüren %1’lik sermaye
kesiminin ve buna yönelik sömürülen halkların gücüyle bir karşılaşmanın
yükselebileceğini düşünebiliriz. Bu bağlamda baktığımızda dünyanın geleceğini
umutlu ama çok da pembe görmediğimizi söylüyoruz.
Toplumsal farkındalık arttıkça oldukça umutlu bir geleceğe
gittiğimizi söyleyebiliriz. Gelecekte umut ediyoruz ki perdenin önünde oynanan
oyunlarla meşgul olmak yerine, esas arkada oyun kurucu aktörlere yönelik
toplumsal bilincin gelişmesi ve yeryüzünde sömürünün, zulmün ortadan kalkması
için önemli olacağını düşünüyoruz. Bunun gelişmesini umut ediyoruz.