İnsan hakları yerine 'hak, hakikat ve kulluk'


Uluslararası Hak İhlalleri İzleme Merkezi (UHİM), Türkiye’de ve dünyada siyasal, sosyal, ekonomik, kültürel, çevreyle ilgili ve benzeri alanlarda meydana gelen her türlü hak ihlallerinde inceleme, araştırma, raporlama çalışmaları yaparak; bu çalışmalarını her türlü iletişim araçları kullanarak ülkemiz ve dünya halklarına duyurmak amacıyla 2010 yılında kuruldu.

Dernek; doğrudan veya dolaylı olarak hak ihlalleri ile ilgilenen diğer sivil toplum kuruluşlarıyla dayanışma ve işbirliği yapıyor, hayat standartlarının yükseltilmesi için karar mercileri üzerinde etki ve kamuoyu oluşturmak amacıyla toplumsal bilincin yükseltilmesini sağlamaya çalışmaktadır. Bu anlamda konferanslar, paneller, raporlar, kitaplar hazırlıyor; bunları kamuoyuyla paylaşıyor.

Uluslararası Hak İhlalleri İzleme Merkezi’nin yapmış olduğu çalışmaları Uluslararası Hak İhlalleri İzleme Merkezi Kurucu Üyesi Yusuf Şahin Bey’le konuştuk.


ULSULARARASI HAK İHLALLERİ MERKEZİ (UHİM)

"İNSAN HAKLARI KAVRAMI BİZİM KADİM DEĞERLERİMİZLE ÖRTÜŞMEYEN BİR KAVRAM"

Hangi amaçla ne zaman kuruldunuz? Bugüne kadar yapmış olduğunuz çalışmalar hakkında kısaca bilgi verir misiniz?

Biz 2010 yılının Mayıs ayından beri çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Yaklaşık 3 yılı geçti. UHİM, Uluslararası Hak İhlallerini İzleme Merkezi açılımımız. Niye böyle bir derneğe gerek duyuldu ya da bizim çıkış gayemiz neydi? Malumunuz insan haklarıyla alakalı hem dünyada hem de Türkiye’de birçok kuruluş var. Ama bizim derdimiz burada salt bir insan hakları derneği mantığıyla çalışan bir kurum oluşturmak değildi. Biraz daha “hak, hakkaniyet, hukuk” kavramlarıyla bu işlerin arka planını incelemek, bu yolda yapılan çalışmaların neye hizmet ettiğini vurgulamak, cari duran meseleleri incelemektir. Özetle bakış açımızı bu kavramlarla yola çıkan, bu kavramları çokça diline pelesenk eden dünya sisteminin belli küresel güçleri diyebileceğimiz yapıların, devletlerin, küresel şirketlerin yaptıklarının arka planını sorgulamak.

İnsan hakları ve demokrasi kavramını dünyada en çok kimler kullanıyor? Hangi unsurlar kullanıyor? Bir de bunların gerçek anlamda yaptıkları nelerdir? Bunu aslında aşikar kılmak. Malum insan hakları kavramı, insanı seküler anlamda değerlerinden soyutlamış bizim kadim değerlerimizle pek de örtüşmeyen bir kavram. Biz bunu biraz ithal olarak aldık. Malum her içinde biraz iyilik ve güzellik barındıran kavramlara, oluşumlara toplum olarak bizim balıklama atlama temayülümüz vardır.


"KULLUK KAVRAMI BUGÜN DEMODEDİR"

İnsan hakları kavramı bize ait olmamasına rağmen bir taraftan bizim de sahiplendiğimiz bir kavram? Bu nasıl oluyor?

Burada da insanlar bize ait izdüşümlerini anlatırlar hemen. Bununla beraber Peygamberimiz dönemindeki uygulamalardan bahsedilir. Bununla ilgili birtakım kuruluşlardan Hilfü'l-Fudûl gibi yardım cemiyetinden (erdemliler hareketi) bahsedilir. Buna karşılık bulunmaya çalışılır bizim kendi tarihimizden. Ama günümüzdeki insan hakları kavramı, kavramsal itibarıyla bizim kadim değerlerimize ait bir şey değildir. Bu kavramların kökleri Antik Yunan’a gider. Tamamıyla Batı felsefesinin ve düşüncesinin ürettiği değerlerden arındırılmış salt seküler bir insan tipi üzerinde durur.

İnsan haklarının bizdeki karşılığı nedir?

İnsan hakları yerine bizde “kulluk” vardır. Ama “kulluk” kavramı bugün demodedir. Oysa kulluk, bizim temel kavramlarımızdan bir tanesidir. İnsan haklarının tamamıyla salt insanı ele alıp insanı bütün değerlerinden de özgürleştiren bir yanı vardır.
Bu anlamda bunun karşılığında bizde “hak, hakikat, hukuk ve kulluk” gibi kavramlar vardır diyebiliriz. Bunlar birbiriyle bağlantılı kavramlardır. Biz “hak” kavramını kulluktan ayrı inceleyemeyiz. Çünkü bizim temel bir vazifemiz vardır Allah’a kulluk etmek. Modern anlamda insan hakları ile bu kulluğu nereye oturtacağız? Nasıl benzeştireceğiz? Bunlar üzerinde kafa yormak gerekiyor biraz.

UHİM, bu meselenin neresinde duruyor? UHİM neler yapıyor?

Bizim, şu anda cari olan insan hakları derneklerinin yapıp ettikleriyle herhangi bir alakamız yok. Önce bunun altını çiziyim. Bizim, “insan hakları, demokrasi, özgürlük” kavramlarını kullanan yapıların, yapıp ettiklerini sorgulayan bir çalışmamız var.

Mesela geçen yıl “Bu Devletlerin Yargılanmasını İstiyorum” diye bir çalışma yaptık. Bunun panellerini yaptık, dosyasını hazırladık, kitapçıklarını çıkarttık. Bu çalışmada Birleşmiş Milletler’in veto hakkı bulunan 5 daimi ülkenin yapmış oldukları hak ihlallerini inceledik. Halbuki Birleşmiş Milletler neydi?: Bahsetmiş olduğumuz “insan hakları, demokrasi, özgürlük” kavramlarının dünyadaki garantörü olarak 1948’de ortaya çıkmış fakat BM’nin kuruluşundan itibaren bu alanlardaki ihlaller fazlalaşmış küresel en büyük kurum. Ve bu insan hakları ihlallerini oluşturan ülkeler de bizzat bu BM ülkeleridir. Afrika’ya, Ortadoğu’ya ve Avrupa’ya baktığımızda insan haklarını doğrudan ilgilendiren birtakım mevzi ihlaller görüyoruz.

"BATILILARIN YAPTIKLARI İŞGAL KILIFININ ADI DEMOKRASİ VE İNSAN HAKLARI"

Birleşmiş Milletler’in 5 daimi üyesinin yapmış olduğu insan hakları ihlalleri nelerdir?

Bir kere şu anda yapılan işgallerin tetikleyicisidirler. Bir kere Irak’ta Saddam döneminde uygulanan insan hakları ihlaliyle Amerikan işgali sonrasında uğranılan hak ihlallerini masaya koyduğunuzda bu sorunun cevabı açıkça ortaya çıkacaktır.

Çin’in Türkistan’da yaptığı zulme kim dur diyebiliyor. Yine Amerika’daki Guantanamo Üssü ne kadar insan haklarına sığıyor? Ama Guantanamo tarzı bir uygulama Türkiye’de olmuş olsa 50 yerden gözlemci gelirdi ve ayyuka çıkartılırdı orada yapılanlar. Ama Amerika’da orası gizemli bir yer, ne olup bittiğini bilmiyoruz.

Amerika ve İngiltere’nin Afganistan işgali ile oranın istikrarsızlaştırılması, yine insan hakları ihlallerinin açık göstergelerinden biridir.

Bu ülkelerin genel politikası da bu zaten. Bir ülkeyi işgal ediyorlar ve çıkıyorlar ama uzun yıllar o ülkeler istikrarsız bir hale geliyor. Şu anda Suriye’de yaşadığımız şey de budur aslında. Uzun yıllar Suriye’nin istikrarsızlaşmasına yönelik bir politika uyguluyorlar. Suriye’nin de bilmediğimiz bir meçhule doğru gittiğine şahit oluyoruz. Mesela, Libya’da apar topar müdahale eden NATO şimdi Suriye olayında bekliyor.  Çünkü buradaki Sünni, Şii ve diğer grupların iyice sivrilmesi lazım. Bir arada yaşayamaz hale gelmeleri lazım. O kadar çok birbirlerini öldürmeleri gerekiyor ki artık bundan sonra uzun yıllar yaşayamayacak bir toplum haline gelmeleri gerekiyor. Onun için bekletiliyor.

Avrupa ve Amerika vicdanı dediğimiz şeyin aslında bizim anladığımız anlamda gerçek bir vicdansızlık olduğunu görmemiz lazım. Onlar hakkaniyet namına yola çıkmıyorlar. Bizim anladığımız hakkaniyet kavramıyla onların hak dediği şey çok farklı bir şey. Bunu çok iyi bilmemiz lazım.
Batı’nın elindeki demokrasi kavramı bir anlamda yapmış olduğu hukuksuzlukların bir aracı olmaktan öteye gitmiyor. Günümüz neo emperyalizmin bir ön keşif yoludur insan hakları ve demokrasi kavramları.

Kendi ülkemizde yaşanılan Kürt meselesi ile alakalı da bunu uyarlayabiliriz. Bizim dağlarımızda Diyarbakır’a, Urfa’da, Şırnak’ta yıllarca Batılı gözlemciler gezmiştir, buraları raporlaştırmışlardır. Bu anlamda örgütün Fransa’da ciddi anlamda lobisi, diasporası oluşmuştur. Neden bu düşünceyi beslemişlerdir? İnsan hakları adına. Çünkü Türkiye’ye nasıl gireceksin? Bu işlerle gireceksin. Eğer Türkiye’yi istikrarsızlaştırmak istiyorsan Türkiye’de sorunlar olsun istiyorsan Türkiye’de mezhepçilik yapabilirsin, etnik yapıları sivriltebilirsin… Ama senin geleneğin senin inancın bütün bu ayrılıkları zenginlik olarak görüp birliğe vurgu yapar. Bu çok önemli bir şey. Batı düşüncesi hiçbir manifestosunda birlikle alakalı bir cümle kurmaz. Sürekli farklılıklarla ilgili cümle kurar. Farklılıklar güzeldir ama aynı güzellikleri aynı arka toplamak gerekir. Oradan bahsetmez hiç. Bundan sonra görünen bir gerçektir ki uygulamaya çalışılan senaryo budur. Biz etnik yapılarla çok uğraşırız.
Aile kurumuyla çok oynamalar yapılıyor. Mesela eşcinsellik mevzusu. Bu yaratılışla alakalı bir şeydir. Vardır ve gerçektir. Ama bunun üzerinden üçüncü bir cins üretilmez bizde ancak üretilmeye çalışılıyor. Bu örnekten yola çıkarak açıklamak gerekirse Batılı anlamda insan hakları kavramı onu üçüncü bir cins olarak, evlilik yapma hakkını, bir araya getiren paradigmayı da beraberinde getirir. Ama senin inancın böyle bir şeyin önüne set çeker. Bu ülkede yaşayan birisinin, Müslümanım diyen birisinin hak ve hukuk dediğimiz şeye, ya da insan dediğimiz şeye bakış temelde de farklıdır.


"İNSAN HAKLARIYLA İLGİLİ EN ÇOK İHLALLER, İŞGALLER VE İŞGAL SONRASIDIR"

Dünyada ne tür insan hakları ihlalleri yaşanıyor? En çok hangi konularda insan hakları ihlalleriyle karşılaşılıyorsunuz?

Bunun en somut göstergesi işgaller ve işgal sonrası ortaya çıkan durumlardır. Bizim coğrafyamız çok fazla örneklerle dolu. Bunların arka planını irdelediğimizde mutlaka emperyalist güçler vardır.

Bu biraz basmakalıp bir düşünce gibi geliyor. Herkesin arkasında Batı’yı aramak veya başka güçleri aramak, araştırmak biraz komplo teorileri gibi geliyor ama onların dışında da bir durumu izah edemiyoruz. Onlar olmadan Bosna’yı da, Flistini’de izah edemiyoruz Ortadoğu’yu da izah edemiyoruz. Eğer bu haksa, eşitlikse, adaletse niye Norveç’te olduğu bizim coğrafyamızda olmuyor.

En çok insan haklarıyla ilgili ihlallerin yaşandığı bölge işgal ve işgal sonrası yaşananlardır. Ondan öncesinde daha ziyade düşünce ve ifade özgürlüğüne dönük sorunlar vardır. Yine emperyalist devletlerin kültürel işgali de söz konusu. Bakıyorsunuz Hollywood Amerika’nın işgallerine haklılık kazandıracak filmler yapıyor. Amerikalı askerleri orada kahraman olarak gösteriyor. Şimdi bu olayları bilmeyen nesiller 5-10 yıl sonra bu filmi seyrettiklerinde Irak’ta özgürlük için savaşmış Amerikan askerlerinden bahsedecekler. Tarihe böyle kayıt düşülüyor. Sinemanın da bundan bağımsız olmadığını görüyoruz. Haberler, ajanslar tek bir merkezden yönlendiriliyor. Aslında bugün kendi coğrafyamızda olup-biteni de kendi kaynaklarımızla elde edemiyoruz. Gerçek anlamda ne olduğunu bilmiyoruz. Bir haber furyası gidiyor, bütün ajanslar atlıyor aynı habere. Ciddi bir manipülasyon var. Bu da bizim haber alma özgürlüğümüze ciddi bir ihlaldir. O haber sadece bir haberden ibaret değil. O haberden yola çıkarak kanaatlerimiz oluşuyor; kanaatlerimiz eyleme dönüşüyor. İşte UHİM bu yapıların hem arka planını sorgulayan hem de bunları inceleyen bir yapıdır.


"BİZ MESELELERİMİZİ KENDİ ÖLÇÜLERİMİZE GÖRE DEĞERLENDİRMİYORUZ ARTIK"

Türkiye’de ne tür hak ihlalleri yaşanıyor?

Bizdeki sorunlar genellikle sistemden kaynaklanan sorunlardır. Bu anlamda yanlış uygulamalar vardır. Bunların hepsinin farkındayız ama bizim bunların farkında olmamız ya da bu işlerle uğraşmamız aslında biraz kafamızı kuma gömmek gibi geliyor bana. Asıl kuklacıyı görmemek gibi geliyor. Kendi ülkemizdeki meseleleri biz bir şekilde hallederiz. Çünkü burası bir Kanada değil. Bunu niye söylüyorum? Çünkü öylesine kurulmuş bir ülke değil. Bu ülkenin ciddi bir tarih ve gelenekten geliyor. Dolayısıyla biz Türkiye’deki olan biteni değerlendirirken hem insan hakları hem de diğer alanlarda yapılan yanlış ve doğru şeyleri değerlendirirken 100 yıllık bir perspektifle değerlendiremeyiz. Ciddi bir tarih algısı var, bunu bileceğiz.

Bir de Türkiye’de olup-biten yanlış uygulamalardan çokça söz etmek, bunu bangır bangır bağırmak şu an yaşadığımız konjonktürün içinde kimin işine gelir bunu da iyi bilmek lazım. Problemli birçok meselemiz vardır ama bizim meselemizdir.

Bakın toplumumuzda son 10 yılda, 28 Şubat’tan sonraki süreçte özellikle uğramış olduğu zihin kayması var. Biz meselelerimizi kendi ölçülerimize göre değerlendirmiyoruz artık. Sorunlarımızı kendi değerlerimizi baz alarak incelemiyoruz. Varsa yoksa tüm dünyada geçerli olan Batı’nın bize dayatmış olduğu kavramlar nispetinde değerlendiriyoruz.

Yurtiçi veya yurtdışında hak ihlali yaşayan biri size nasıl ulaşabilir, başvurabilir? Yaşadıkları mağduriyetle ilgili neler yapabilirler? Çözümsüz kaldıklarında neler yapmalarını tavsiye edersiniz?

Biz sadece insan haklarıyla ilgilenen bir dernek değiliz. Bir de bu işin hukuki boyutuyla ilgilenmiyoruz. Biz daha çok arka plan çalışması, raporlama ve panel faaliyetleri yapıyoruz. O yüzden bununla ilgili başvuruları doğrudan kabul etmiyoruz. Ama o bölgedeki toplumsal bir problemle ilgili çalışmalarımız oluyor.

Yurtdışında yaşanan mağduriyetleri incelemeye gittiğinizde neler gözlemlediniz?

Somali’ye giderken oraya bir çuval pirinçte biz götürelim değildi elbette! Somali’deki açlık durumu neyin nesidir? Somali mevzusu niye patladı? Veya şimdi üstü niye örtüldü? Basının haber bombardımanıyla duyurduğu açlık durumuyla Somali’nin birdenbire aç bir ülke olduğunu öğrendik ve paldır küldür bütün yardım kuruluşlarımız oraya gitti. Kısa bir zaman sonra da kapandı bu mevzu. Ve şimdi Somali diye bir şey yok. Bu tuhaf bir şey değil mi? Bu kadar mı sürüyüz biz, bu nedir?
Biz de Somali’yi o hale getiren sebepleri inceledik. Somali niye bu hale geldi? Çünkü bunlar incelenmezse ve deşifre edilmezse bu meselelere çözüm üretemeyiz. Buradan un ve pirinç taşımakla bu işler olmaz. Bu çabalar hafife alınacak çabalar anlamında söylemiyorum. Elbette ki aç bir insanı doyurmak faziletli bir şeydir. Bunu tartışmıyorum. Ama temel mevzu bu değildir.


"İYİLERE DÜŞEN GÖREV MÜCADELE ETMEKTİR"

İnsan hakları bağlamında gelecekte hangi problemlerle karşılaşacağımızı öngörünüyorsunuz?

Ben dünyanın meselesinde insan hakları diye bir meselenin olduğunu düşünmüyorum. İnsan hakları sadece bir araçtır. Dolayısıyla dünyaya da insan hakları bağlamında bakmıyorum. Dünyada insanlığın var oluşundan beri güçler savaşı vardır. İyiler ve kötülerin savaşı vardır. İnsanlık tarihine nasıl bakmamız gerektiğinde ise bizim kendi kadim değerlerimiz var. Hz. Adem’den günümüze kadar gelen bir mücadele var. Meseleye bu gözle bakılması gerektiğini düşünüyorum. Diğer konuştuğumuz bütün kavramlar iyilerin ve kötülerin savaşında araçsallaştırılmış kavramlardan öteye gitmez. Bugün popüler olan bunlardır. Yarın başka şeyler çıkacaktır, geçmişte de başka şeyler vardı nitekim. Bu kıyamete kadar sürecek olan bir süreçtir.

İyi olarak dediğimiz şey mutlaka sonu zaferle sonuçlanması gereken bir şey değildir. İyilere düşen görev mücadele etmektir.

İnsan hakları babında bu işler nasıldır, ne olurdur bunlar bizim gündemimizde olmaması gerektiğini düşünüyorum. Bunlar bizim ağzımıza çalınmış sakızlardır. O yüzden tekrar söylemiş olacağım: İnsanın temel vazifesi kulluktur. Ve “hakkaniyetin, hakkın, hukukun” yanında olmaktır. Bizim bayraklaştırmamız gereken kavramlar bunlardır.

Ayrıntılı Bilgi İçin: www.uhim.org