Kurra Hafız Yrd. Doç. Dr.
Fatih Çollak Hoca, 28 yıldır devam ettirdiği Kur’ân derslerine bugün Elmalılı
Hamdi Yazır Kur’ân Akademisi’nde ve Çamlıca’daki Reis-ül Kurra Abdurrahman
Gürses Kur’ân Eğitim Merkezi’inde devam ediyor.
Ağırlıklı olarak din görevlisi,
imam, müezzin ve Kuran kursu hocalarının katıldığı derslerde “Kur’ân-ı Kerim
Tâlimi, Tecvit ve Tashih-i Huruf Dersleri” veren Fatih Çollak Hoca, ömrünü
Kur’ân’ın anlaşılmasına ve okunmasına adamış bir Kur’ân hadimi…
Fatih Çollak Hoca ile
“Kur’an-ı Kerim Eğitimi” üzerine konuştuk.
KUR’ÂN-I KERİM ÜÇ SEYİRLE
OKUNUR
Kur’ân kıraati nedir? Kıraatte
farklılıklar var mıdır? Kur’ân-ı Kerim hangi seyirIe okunur?
Kur’ân üç seyirle okunur.
Kuralları çerçevesinde en süratli okuma biçimine ‘hadır’ denir. Bizim
ecdadımızın, hocalarımızın geçmişten bize intikal eden ölçüleri vardır.
İkincisi, ‘tedvir’ dediğimiz orta süratte okuma biçimidir. Sonuncusu, ‘tahkik’
dediğimiz ağır ağır okuma biçimidir.
Bu üç seyir, Kur’ân-ı Kerim’de
makbuldür ve geçmişten beri kullanılmaktadır. Her birinin içinde ölçüleri ve
kuralları vardır. Hepsini doğru biçimde okumak üzere yola çıkmak, hepsinin
hakkını vermek gerekir.
Allah, -Kur’ânî ifadeyle
söylersek- belli ‘tertil’ üzere okumayı emrediyor? Seyir’in
tertille bir bağlantısı var mıdır?
‘Tertil’, ölçüdür. ‘Hadır’,
‘tedvir’ ve ‘tahkik’ ise seyirdir. ‘Tertil’ hepsinde vardır. Trafikte bile üç
şeritli yolun bir tertili vardır. Sol şeridin hakkı, kurallara uyarak hızlı
gitmektir. Orta şeridin hakkı, kurallara uyarak orta hızda gitmektir. Sağ
şeridin hakkı, yine kurallara uyarak yavaş gitmektir.
Seyirlerin kullanıldığı yerler
vardır. Mesela ‘hadır’ tek başına, kendi kendine Kur’ân okurken tercih edilir.
Daha çok sayfa okumak, sayfa tekrar etmek, hafızların hafızlığını
kuvvetlendirmek için ve buna benzer ortamlarda tercih edilen seyir ‘hadır’dır.
Kur’ân-ı Kerim’den cüz, sûre, ayet okuyorsak ‘tedvir’ seyrinde okuruz.
KUR’ÂN OKURKEN ORTA SEYİR
TERCİH EDİLİR
Kur’ân-ı Kerim okurken bu
hızın ölçüsü nedir?
Kendi içinde tecvid
kurallarıyla ölçüsü vardır. ‘Med’ harfleriyle uzama miktarları şeride göre
değişir. Mesela ‘hadır’ seyri ile okuyorsak tabi ‘med’ler bir elif, ‘munfasıl
med’ler bir elif, ‘muttasıl med’ler iki elif, ‘meddi arız’lar bir elif, ‘meddi
lazım’lar üç elif, ‘meddi lîn’ler bir elif uzatılır. Diğer ‘iklap’, ‘ihva’ gibi
kuralları da es geçmek olmaz. Sadece tutma süreleri değişir. Birisinde az,
diğerinde biraz daha fazla, en yavaşında ise çok yavaş tutulur. Orta seyirde
‘med’ler biraz artar. ‘Muttasıl’ üç, ‘munfasıl’ üç, ‘meddi lazım’ üç, ‘meddi
arız’ üç, ‘meddi lîn’ üç elif miktarına çıkar. “İdğam, ihva, iklap, şeddeler,
lamlar, mimler, nunlar”; bunlar bir önceki seyirden daha fazla tutulur. En
hızlısı bir elife yakın, ortası bir elif, en yavaşı bir eliften daha fazla
tutulur. ‘Tutma’ miktarları ve ‘med’ miktarları, okuyuş seyirlerine göre
değişir.
Hatim okurken, camide
okunurken, televizyonda, radyoda Kur’ân okunurken ne çok hızlı, ne de çok yavaş
okuma biçimi tercih edilmez, orta seyir tercih edilir. Çok hızlı ya da çok
yavaş okunursa dinleyeni gelmez. ‘Tedvir seyri’ bu alanlarda kullanılır.
‘Tahkik seyri’ ise daha çok camilerde veya özel mekânlarda, meclislerde,
toplantılarda, aşrı şerif dediğimiz okumalarda makamlı, ağır ağır okumalardır.
Camilerde okunan aşrı şerifler makam ve tahkik ile okunur. Bir miktar Kur’ân
dinletisi için bu yol tercih edilir.
PEYGAMBERİMİZ KUR’ÂN-I KELİME
KELİME OKURDU
Peygamber Efendimiz
-sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in Kur’ân-ı Kerim tilaveti nasıldı?
Hz. Peygamber’in tilavetinin
nasıl olduğunu biz hadislerde öğreniyoruz. Kur’ân-ı Kerim’de böyle bir vasıftan
bahseden bir ayet yoktur. Kur’ân-ı Kerim’de bize ölçü verilir. Hz. Peygamber’e
ithafen hepimizi içine alan emirler. Biz, Kur’ân-ı tertil ettik. ‘Tertil’, hem
lafız kalıplarına dikkat ederek, hem de anlama dikkat ederek yapılmıştır. Yani,
Kur’ân-ı Kerim’i ağır ağır, tane tane, harf ve kelimelerin hakkını vererek,
anlamına dikkat ederek, anlamının izini sürerek, mânasını düşünerek okumaktır.
‘Tertil’ sadece ‘harf’ ve
‘lafız’ ölçüsü değildir. Bir insan Kur’ân-ı anlamak için ‘tertil’le okur. “Hz.
Peygamber nasıl Kur’ân okurdu?” sorusunun cevabı hadis kitaplarındadır.
Peygamberimiz’in tilâvet vasıflarından başta geleni harf harf, kelime kelime
okumasıdır.
Peygamber Efendimiz
-sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in eşleri böyle söylemiştir: “O, öyle
okurdu ki, harf ve kelimeler âdeta tefsir edilirdi. Ayet sonlarındaki
duraklarda dururdu.
Peygamber Efendimiz güzel sesli bir insandı. Sahabeler bazı
sûreleri çok okuduğu için Peygamber Efendimiz’i övmüşlerdi. Sahabelerden biri
‘Ben, Hz. Peygamber’i Tîn sûresini okurken dinledim, muhteşemdi.'” diye
anlatıyor.
PEYGAMBERİMİZ’İN TİLAVET
VASIFLARINDAN BİRİ: TEKRAR
Bazı rivayetlerde
Peygamberimiz’in ‘Çargâh makamı‘nı kullandığı
söyleniyor. Bu doğru mudur?
Kitaplarda bu ifadeleri çok
açık ve net bulamıyoruz. Bana biraz yorum gibi geliyor. Çünkü duymadan kanaat
ortaya koyamayız. Peygamber Efendimiz’in tilavet vasıflarından bir başkası,
ayetler üzerinde zaman zaman tekrarlar yapmasıdır. Hz. Peygamber, bunu önemine
ve mânasının derinliğine dikkat çekmek için yapar.
Efendimiz’in tilavet
vasıflarından bir başkası, cennet ile ilgili müjdeli ve güzel ödüllerden
bahsedilen ayetleri okurken “Yarabbi, bizi de cennetinde taltif
eyle, o ödüllerden bize de ihsan eyle!” diye dua etmesidir. Bazen
cehennemden, azaptan, kâfirlerin öbür âlemde muhattab olacakları kötü
hadiselerden bahseden ayetleri okurken, “Yarabbi bizi muhafaza eyle,
bizi o duruma düşmekten kurtar!” diye dualar ederdi.
NAMAZLARDA KUR’ÂN’I KERİM’İ
KISA TUTUN!
Peygamberimiz namaz esnasında
bu duaları yapıyor muydu?
Elbette ama bu ruh haliyle
tezahür ederdi. Sesindeki değişiklikler o sığınmanın bir haliydi. Bu da bir
bedeni ve fiili duadır. Özellikle sünnet namazlarında, kendi evinde kıldığı
özel namazlarda, Kur’ân-ı Kerim’i uzun uzun okuyup, tefekküre dayalı ibadet etmiştir.
Peygamberimiz, cemaate namaz kıldırırken “bunu kısa tutun” mesajı vermiştir.
Peygamberimiz’in hâsıl vasfı,
Kur’ân’ı tefekkür boyutuyla yaşayarak okumaktı. Sadece dilin çalıştığı bir
seslendirme ve yorum değildi. Biz de Peygamber Efendimiz’in anladığı gibi
anlamak, onun yolundan gidenlerden olmayı isteriz.
KUR’ÂN'IN HEM İLMİ HEM DE
SANAT YÖNÜ VARDIR
Biz, Kur’ân-ı Kerim okumamızı
nasıl güzelleştirebiliriz?
Kur’ân eğitimi iki yönlüdür:
Birincisi, Kur’ân’ı öğrenmenin ilmi yönü vardır. Kur’ân’ın harfi, kelimesi ve
bunların özellikleri üzerinde çalışmaktır. İlim yönü aynı zamanda eğitimdir.
İkincisi, sanat yönüdür. Sanat yönü de musikide, el sanatlarında, resimde,
heykelde olduğu gibi sanatkâr ile talebelere öğretilir. Sadece okumakla olmaz.
Mesela Kur’ân’ı düzgün okumaktan bahsedebilirsiniz, hatta kuralları okursunuz
ama uygulayamazsınız. Hiçbir hoca yanınızda yoksa okumanızın anlamı da olmaz. O
size kuralları seslendirip, pratik halini gösterecek, duyuracak, siz de onun
seslendirdiği gibi aynısıyla taklit edeceksiniz, tekrar edeceksiniz. Böylece
hem ilmi hem de sanat açısından eğitimini alarak öğreneceksiniz. “Ben kendi
kendime öğrenirim.” diyenler bir yere kadar öğrenirler. Öğrenseler de dört
dörtlük olmaz.
HOCASIZ KUR’ÂN EĞİTİMİ ASLA
OLMAZ!
Kur’ân eğitiminde hocaların
önemi nedir? Daha farklı usûllerle Kur’ân eğitimi alınabilir mi?
Bu iş hoca ile başlar ve
hocasız asla olmaz. Kur’ân eğitimi, sanat eğitimi olduğu için en temel unsur
hocadır. Hocadan sonra kitap ve en son olarak materyal gelir. Materyaller işi
biraz daha geliştirir. Biraz zamandan kazandırır.
Ben yıllar öncesinde
fakültedeki hocalığım esnasında telefonlar yokken, kayıt cihazları bu derece
gelişmemişken, talebelere derslerde bol bol Kur’ân okuturdum. Şimdi de okuyoruz
ama az okuyoruz çünkü kayıt yapıp, kayıttan dinliyorlar. Zaman bakımında daha
ekonomik oluyor. Bu materyaller bizim için yardımcıdır ama “Ben sadece Kur’ân-ı
Kerim’i materyallerden öğrenirim.” diyen bir kişi, taklit yönü olarak bir
türküyü kulak yordamıyla söyleyene benzer. Bu materyaller ne kadar gelişirse
gelişsin dinlediği kişiyi körü körüne taklit etmektir. Hocalı eğitim olursa
size yanlışlarınızı gösterir. Bunları öğrendikten sonra diğer yöntemlerle
bunu geliştirir ve öğrenirsiniz.
Yaşı ilerlemiş insanlar
Kur’ân’ı yalnızca dinleyerek bir şeyler öğrenebilir mi?
Öğrenebilir fakat dinlediği
ile kalır. Genel kapsamlı olmaz. Zekâsı orta seviyede olan bir insan, Fatiha
sûresini dinleyip hocasız ezberleyebilir ama sadece Fatiha’da kalır. Eğitim
bunun anahtarıdır. Anahtarı aldığınız zaman her sayfayı açarsınız.
KUR’AN’I ANLAMADAN ÇOK OKUYACAĞINA
ANLAYARAK AZ OKU!
Kur’ân-ı Kerim’i okurken
Türkçe anlamına dair nasıl bir okuma yapmalıyız? Bununla ilgili insanlara nasıl
bir metod tavsiye edersiniz?
Kur’ân isminin anlamı, ‘okunan
kitap’tır. Ben size bir kitap tavsiye etsem bunun anlamı nedir? Oku ve anladır.
Kur’ân-ı Kerim’de muhataplarına “oku ve beni anla” diyor. Bizim ne yazık ki
okumasına verdiğimiz önem kadar anlamasına verdiğimiz önem tatmin edici
değildir.
Geçmişten günümüze bununla ilgili kütüphaneler dolusu kitaplar,
eserler, tefsirler yazılmıştır. Kur’ân’a hassasiyeti olan insanların büyük
çoğunluğu binlerce ayetin manasından mahrumdur. Oysa ki Kur’ân-ı Kerim
anlaşılmak için gelmiştir. Mesela “Sana vahyedileni oku!” diye Peygamberimiz’e
inen ayetler bize de inmiştir. Kur’ân’ı sadece lafız kalıplarıyla okumak değil,
okurken anlamak, anlamında derinleşmek gerekir. Hem lafzını hem anlamını az
okuyup anlayarak okumak, çok okuyup hiç anlamamakla kıyaslandığı zaman
birincisi daha uygun olan yoldur.
Kur’ân’ın yaşanması
anlaşılmasıyla ilgilidir. Bir insan Kur’ân’ın emir ve yasaklarını öğrenmemişse
ne yapacaktır? Bugün herkes Kur’ân’ın mânasını okumasa bile “Haram nedir?”
bilmektedir ancak Kur’ân, kendine has kalıpları içerisinde muhattabını bağlar.
Kur’ân “Beni okuyorsan bunları yerine getireceksin!” der. Derinlemesine
hikmetleriyle ayetler arasındaki irtibatları, maksatları, mesajları anlayarak
okumak ister istemez az okumayı gerektirir. Sadece okuyup geçersek bu dilin
hazzıdır. Kur’ân bunun için inmemiştir. Kur’ân-ı Kerim hepimize sözler söyler. Her
sayfada Kur’ân bir şey öğretir. Her ayetten sonra bizim o ayeti anlayıp, tekrar
okumamız gerek.
HAYATIN İÇİNDE KUR’ÂN OLCAK Kİ
KUR’ÂN OKUDUĞUMUZU BİLELİM
Kurân-ı anlayarak yaşamak
nasıl mümkün olur?
Ne yazık ki Müslümanlar bunu
ciddi mânada ihmal ediyorlar. Hatta sıradan vatandaşlar dışında görevli
insanlar, bu işin içinde olan insanlar bile kahir ve ekseriyeti, Kur’ân’ın çok
azını anlayıp, çoğunluğunu anlamadan âlemden göçüp gidiyorlar. Allah’ın kelamı
bize okunmak için inmiştir ama yetmez. Kur’ân-ı Kerim hayatın içinde
görünmek için inmiştir. Ben Kur’ân’ı haftalarca, aylarca okusam, hiç
anlamasam ve anlamadığım için hayatımda Kur’ân olmasa benim okuduğum ibadet
olmaz. İbadet ettiğimi zannederim. Hayatımızın içinde Kur’ân olacak ki
Kur’ân okuduğumuzu bilelim. Yürüyüşümüzden, düşüncemizden,
duygularımızdan, nefsani durumlarımızdan, toplumsal ilişkilerimizden bize yön
veren ayetlerin bizi şekillendirmesinden Kur’ân’ı yaşadığımızı bilelim.
Hayatımızda Kur’ân yoksa istersek ciltler dolusu ansiklopedi okuyup ezberlesek
veya dünyanın bir numaralı Kur’ân okuyucusu olalım hiçbir değeri yoktur.
Hayatımızda, toplumda Kur’ân varsa, ‘bu adam adil, helal-haram bilir, hak
yemez, hırsızlık etmez, güvenilir, namuslu’ diye anılır.
Kur’ân’ı lafız kalıpları
içinde okursak faydalarından da istifade ederiz. Bir cenazeden sonra Kur’ân
okutuluyor, fakat bunun dışında belki de hayatında Kur’ân yok… Bu anlamda
Kur’ân’ı boşuna okutmak belki de günahtır. Kur’ân-ı Kerim’i adet olarak
cenazede okutuyor veya raftan indiriyor. Bu Müslümanlığın adına nefse göre
Müslümanlık deriz. Bu da bizi bir yere götürmez.
KUR’ÂN-I KERİM BİRÇOK LEHÇE
İLE OKUNABİLİR
Kur’ân’ı Kerim Arapça
inmesinden dolayı Arapça’nın bir kutsallığı var mıdır?
Bu çok detaylı ve teknik bir
konu. Allah’ın kelamı bize Cebrail (a.s.) aracılığı ile gelmiştir. Kur’ân
içinde öğrettiği gibi hangi topluma inmişse o Peygamber’in çıktığı toplumun
diliyle (Arapça) inmiştir. Kur’ân-ı Kerim, Türk toplumuna inseydi, Türkçe inerdi.
Bu her Peygamber’in getirdiği mesaj ile doğru orantılıdır.
Arap dili ile Kur’ân gelmiş
olmakla beraber, Arapçayı konuşan o günün Arapları içinde farklı lehçeleri
kullanan insanlar vardı. Mesela Türkiye’de Türkçe konuşuluyor ama Karadeniz
Türkçesi, Akdeniz Türkçesi, Ege ve Trakya Türkçesi farklıdır. Lehçeler dili
değiştirmiyor. Bazı lehçeler kelimelerde bulunan harflerin yorumunu
değiştiriyor. Arap dilinde de o dilin kanunları çerçevesinde bu çeşit lehçeler
geçerlidir. Hz. Peygamber, Kur’ân’ın bir kısım kelimelerinin telaffuzunda
sıkıntı yaşayan insanların, bu kelimeleri kendi lehçelerine uygun olarak
okumasına müsaade etmiştir. Bu müsaade Peygamberimiz’in bir hadisi ile ümmeti
Muhammed’e bildirilmiştir:
“Kur’ân-ı Kerim yedi harf
üzere inmiştir. Hangisini okursanız yeterli ve geçerlidir.” Bu
ünlü bir hadistir. Kur’ân-ı Kerim birçok lehçe ile Hz. Peygamber’in öğrettiği
tarzda okunabilir. Bu kıraat dediğimiz büyük bir alanın merkezini teşkil
ediyor.
Yedi harf nedir?
Yedi harf, Arapça’yı kullanan
yedi kabilenin lehçeleridir. Buna çokluktan kinâye de denir. Yedi tane değil
daha fazla olduğu düşünülür. Kur’ân-ı Kerim, mesela bin kelimeden ibaret ise bu
farklılık sadece elli kelimede vardır. Dokuz yüz elli kelimede ittifak vardır,
değişen bir şey yoktur.
DÜNYADA EN ÇOK ‘ASIM KIRAATİ’
KULLANILIYOR
Kur’ân-ı Kerim’de kaç farklı
kelime vardır?
Bunların hepsi kitaplarda
kayıtlıdır. Günümüze kadar hem yazılı, hem sözlü bir biçimde gelmiştir. Bir
kısmı anlam zenginliğine sebebiyet verir. Dilin yasalarından kaynaklanan, Hz.
Peygamber’in müsaadesine ve iznine bağlı olarak, Allah tarafından verilmiş bir
ruhsat ile Arap toplumu bazı kelimeleri lehçeleri ile yorumlamalarına,
seslendirmelerine müsaade edilmiştir. Bunlardan örnekler günümüze kadar gelip,
kitaplara yansımıştır. Kıraat farklılığı budur. Temeli, lehçe farklılıklarına
kadar gidiyor.
Dünyanın büyük bir bölümünde
Asım kıraati kullanılmaktadır. Her yüz Müslümandan doksan beşi Asım kıraatini
kullanıyor. Diğer geriye kalanlar ise kalan kıraatleri okumaktadır. Kullanılmayan
kıraatler şu anda pratikte çok azdır ama kitaplarda yazılıdır. Kur’ân
cemiyetlerinde insanlar hocaları huzurunda, kendi kıraatlerini okurlar. Biz de
Asım kıraatinde okuyoruz.
Kur’ân-ı Kerim’in Arapça
inmesinden dolayı, Arapçanın bir kutsallığı var mıdır?
Ben böyle bir ifadeyi
kullanmam. Dil kutsal olmaz. Arap dili diğer diller arasında kıyas edildiğinde
zenginliği, muhtevası, akıcılığı ve başka sebepleri ile önemli dillerden
birisidir. Kur’ân dili olmasıyla bizim de sevmemiz, öğrenmemiz gereken bir
dildir. Dünyada sıradan ve oturmuş diller vardır. Oturmuş dillerden bir tanesi
Arapçadır. Arapçada herhangi bir ayrıcalık, mükemmellik yoktur ve ben bunu
doğru da bulmuyorum.
PEYGAMBERSİZ BİR DİN
YAŞANAMAZ!
Bazı Müslümanlar kaynak olarak
sadece Kur’ân-ı Kerim’i görürler ve hadisleri reddederler. Mesela abdest
hakkında da hadisler vardır ama insanlar ben sadece Kur’ân-ı Kerim’i örnek
alırım diyerek hadislere uymuyorlar. Bu konudaki fikriniz nedir?
Burada taraf olmadan
hissiyatımızla söyleyeceğimiz tek kelime vardır. Peygambersiz bir din
yaşanamaz. Hac ibadetini Kur’ân-ı Kerim çok az ayetinde ifade eder. Haccın
hangi aylarda olduğunu, neler yapıp yapmamamız gerektiğini Kur’ân-ı Kerim’den
öğreniriz. Sünnetleri reddedenler Haccın tam olarak nasıl olduğunu nasıl
anlatacaklar.
Kur’ân-ı Kerim birçok ayette
zekâttan bahsediyor. Zekât varlıklının malındaki yoksulun hakkıdır. Nasıl ve ne
kadar verildiği, kimin hangi şartlarda ne kadar zekât vereceği hadislerde yer
alıyor. Kur’ân’da zekât verin diyerek bir yoksula bir kişi yüz lira, bir
başkası beş yüz lira, bir başkası bin lira veriyor. Kur’ân detaylarla uğraşan
bir kitap değildir. Kur’ân-ı Kerim “namazı kıl” buyuruyor ama “nasıl, ne zaman”
kılacağımızı bize hadisler söylüyor. Sadece Kur’ân-ı Kerim’i kaynak olarak
alsaydım, ‘şu anda namaz kılıyorum’ diyebilirdim. ‘Ayaklarını havaya kaldırmış
bir insan ben namaz kılıyorum’ diyebilirdi.
Peygambersiz bir din olmaz. Peygamberin ulaşmadığı veya bilinmediği konularda kişiler Kur’ân-ı Kerim’den anladıkları emir ve yasaklarıyla sorumlulardır. Çünkü örneğini bulamazlar. Ben bu yaklaşımları kasıtlı değilse ciddi manada cehalet ve komedi olarak görüyorum.
Peygambersiz bir din olmaz. Peygamberin ulaşmadığı veya bilinmediği konularda kişiler Kur’ân-ı Kerim’den anladıkları emir ve yasaklarıyla sorumlulardır. Çünkü örneğini bulamazlar. Ben bu yaklaşımları kasıtlı değilse ciddi manada cehalet ve komedi olarak görüyorum.
