30 yıl İstanbul'daki camilerde, 20 yıl kadar da Mekke ve
Medine’de imamlık vazifesi yürüten Hafız Cevat Aksoy Hocaefendi, uzun
uzun yaptığı "duâsı" ile bilinen bir hocaydı. Nimetullah Hoca’nın
tanımlamasıyla “hafız, âlim, müttaki, âşık-ı Resul” bir zattı.
Hayatı duâydı, dünyadan ayrılışı da duâ ile oldu.
Sohbetlerinde uzun uzun duâ ederdi ve bizler o duâda ellerimizi havada tutmak
için çok yorulurduk. Öyle böyle değil, duâsı bazen bir buçuk, iki saati
buluyordu. Yoruluyorduk ama seviyorduk Cevat Hocamızın duasını. İçten, samimi,
yürektendi. Sofu meşrep bir insandı ve kendine has bir kulluğu vardı. Sade bir
hayat yaşardı, 18 bin âleme duâlar gönderirdi. Evini sohbetlere açar, herkese
hizmet ederdi. Yemek verir, su getirir, abdest alanlara havlu tutardı. Her an
Allah’la beraber gibiydi.
İstanbul’dan kasabamıza dönüşü ve bizim onu tanıyışımız 28 Şubat sonrasına denk geliyor. İstanbul’daki vaazlarına katılan ve kendisini seven bir polisin, sohbetlerinden rahatsızlık duyanların olduğunu söyleyerek, “hocam siz buralardan biraz uzaklaşın, yoksa sizi de içeri alacaklar” uyarısı üzerine memleketine gelmişti. Sohbetlerinde, vaazlarında İslam’ın ve devletin aleyhine hiçbir şey olmasa da belki de o günkü şartlarda böyle bir tavır almak mecburiyetinde kalmıştı. Ailesini İstanbul’da bırakarak Düzce’deki küçük bahçeli evinde hayatının son zamanlarını yaşadı, Kur’ân ve zikirle meşgul oldu. Kimi zaman sıkıntı yaşasa da sohbetlerine ve duâlarına memleketinde de devam etti. Sohbetine katılan memurlar hakkında soruşturma açılıp görev yerlerinin değiştirildiğine bizzat şahit olduk o günlerde.
İstanbul’dan kasabamıza dönüşü ve bizim onu tanıyışımız 28 Şubat sonrasına denk geliyor. İstanbul’daki vaazlarına katılan ve kendisini seven bir polisin, sohbetlerinden rahatsızlık duyanların olduğunu söyleyerek, “hocam siz buralardan biraz uzaklaşın, yoksa sizi de içeri alacaklar” uyarısı üzerine memleketine gelmişti. Sohbetlerinde, vaazlarında İslam’ın ve devletin aleyhine hiçbir şey olmasa da belki de o günkü şartlarda böyle bir tavır almak mecburiyetinde kalmıştı. Ailesini İstanbul’da bırakarak Düzce’deki küçük bahçeli evinde hayatının son zamanlarını yaşadı, Kur’ân ve zikirle meşgul oldu. Kimi zaman sıkıntı yaşasa da sohbetlerine ve duâlarına memleketinde de devam etti. Sohbetine katılan memurlar hakkında soruşturma açılıp görev yerlerinin değiştirildiğine bizzat şahit olduk o günlerde.
Cevat Hocaefendi, tüm bu zor şartlara rağmen İslam’ın
anlaşılması ve yaşanması için gayret eden Hâk dostlarından biriydi. Gençleri
severdi, onlara özel sohbetler yapardı. Çocukların ellerine her zaman şeker
verirdi. Her zaman bir cebinde şeker, bir cebinde tesbihi vardı. Mahlûkatı
gözetir, eliyle hayvanlar için yemekler hazırlardı, yedirirdi. Şiir gibi
yaptığı duâlarında kimi zaman peygamber kıssalarını anlatır kimi zaman da
Allah’tan nasıl isteneceğini bizlere duâsı ile öğretirdi.
Cevat Hoca’nın hayat hikâyesini oğlu Abdullah
Aksoy ve Nimetullah Hoca’dan dinledik. Sohbetten aldığımız
notlarla Hafız Cevat Hocaefendi’nin hayat hikâyesi…
Hafız Cevat Aksoy Hocaefendinin hayatı
Cevat Aksoy Hoca’nın aile kökleri Kafkasya’dan Düzce’ye göç eden Çerkez asıllı bir aileye dayanıyor. Türkiye’ye 1850’li yıllarda Kafkasya’dan gelip yerleşiyorlar.
1931 yılında Düzce’de dünyaya gelen Cevat Hoca, 1945
yılına kadar Kaynaşlı ilçesine bağlı Darıyeri Hasanbey Köyü’nde yaşıyor. Burada
Abdurrahman Hoca ve diğer hocalardan medrese eğitimi alıyor. Hiç okula
gitmiyor.
Dedesi Necati Bey, ondaki istidadı görünce hemen
kendisini alıp İstanbul’a geliyor, Gönenli Mehmet Efendi’nin
hafızlık yaptırdığı Fatih’teki Hasan Akkuş Camii’ne yazdırıyor. Hafızlık için
aynı zamanda Nuruosmaniye Camii’ne de gidip geliyor o dönemde ve bir, iki yıl
içerisinde hafızlığını bitiriyor.
Hayatı boyunca hep tâkîbat altında kaldı
Hafızlığın hemen ardından 1950’li yılların başında imamlık vazifesi alıyor ve Terkos Karaburun Köyü’nde 2-3 yıl kalıyor. Daha sonra Boğaziçi Sarıyer Camii’nde 7 yıl imamlık yapıyor. Burada görev yaptığı yıllarda yaşadığı bir olay epey ilginç, şöyle:
1963-64 yılları… Rahmetli Cevat Hoca, Çerkez asıllı Albay Talat Aydemir gibi Kafkas kökenli olduğu için başına bir iş geliyor. Görev yaptığı camide Cuma günleri sela okunuyor, müezzinin yerine Cevat Hoca Cuma selasını okuyunca “Vay, Cevat Hoca selayı okuyor!..” deyip Halk Partililer şikâyet etmiş hocayı. “Cevat Hoca sela okudu, Talat Aydemir’i methetti” demişler. Talat Aydemir darbeyi destekliyor diye…
Burada bilmeyenler için kısaca anlatalım: 27 Mayıs 1960
darbesinin planlayıcılarından biri de Albay Talat Aydemir’dir. Fakat bu
darbeden memnun kalmayan, buna karşı iki kez karşı darbe girişiminde (22 Şubat
1962 ve 20-21 Mayıs 1963) bulunan ancak başarılı olamayınca da bu çabasını
hayatıyla ödemiş bir albaydır kendisi. Tarihimizde pek anlatılmayan bu
hadisenin yaşandığı dönemde Çerkez asıllı Cevat Hoca’nın okuduğu sela, karşı
darbe girişiminde bulunan Albay Talat Aydemir’e “güzelleme” olarak görülür ve
farklı taraflara çekilerek şikâyet konusu edilir. Bu tür bir ilişki kurulacağından
habersiz olan Cevat Hoca, bu işten sorumlu tutularak kendisini nezarette bulur.
Cevat Hoca’yı tutuklayıp, alıp götürmüşler Harbiye’ye.
Birkaç ay hapiste kalmış. Hatta aynı hapishanede yanında Necip Fazıl
Kısakürek de varmış. Harbiye’de Üstadla aynı hapishanede kalıyorlar,
birlikte namaz kılıyorlar, vakit geçiriyorlar. Yanlarında rahmetli avukat Bekir
Berk ve Milli Selamet Partili Adalet Bakanı Ali Oğuz Bey
vardır. Onların çabalarıyla hapisten çıkartılmışlar zaten.
Bu olaydan sonra Cevat Hoca vefatına kadar hep tâkîbat
altında kalıyor. “Onu takip eden hiçbir zaman bitmedi” diyor oğlu Abdullah Bey.
“Ne zararı vardı da takip ediliyordu? Kime ne yapmıştı? Ama bir fitne ile sela
okudu diye başına gelmedik kalmadı. Selayla darbeyi methediyormuş güya. Yapılan
tahkîkatın sebebi bu. Ne ilgisi var hâlbuki. Talat Aydemir’in Çerkez asıllı
olması, Cevat Hoca’nın da Çerkez olması bahaneleri oluyor.”
Daha sonra Fatih’te Okçu Musa Camii’nde 1963-1970 yılları
arası imamlık vazifesine devam ediyor Cevat Hoca.
1970-74 arasında yine Fatih’te Bıçakçı Aladdin Camii’nde
görev yaptıktan sonra Şehzadebaşı Camii’ne geliyor ve 1982 yılında emekli
oluncaya kadar Şehzadebaşı Camii’nde hizmet ediyor.
Mekke ve Medine hatıraları
Cevat Hoca’nın oğlu Abdullah Aksoy, okumak için Mekke’ye gidişinden sonra ailesini de yanına alıyor. Hoca babası Mekke-i Mükerreme’de 20 yıla yakın yine imamlık vazifesine devam ediyor.
Hoca babasının hatıralarını bir araya getirmek isteyen
Abdullah Bey, Cevat Hoca’nın notları arasında kendi el yazısıyla yazdığı
duâları buluyor. Bu duâlar arasında baştaPeygamber Efendimiz (s.a.v.) olmak
üzere bütün peygamberler ve evliyaullah adına 70’er bin kelime-i tevhit
getirdiğine dair notlara ulaşıyor. “Biz bin tane ‘lailahe illallah’ desek
bayılırız ama Cevat Hoca bunu tek tek onlar adına yapmış. Zaten elinden de
tesbih hiç düşmezdi” diyor.
Gönenli Mehmet Efendi’nin elinde yetişti
Hafız Cevat Aksoy Hocaefendi, Gönenli Mehmet Efendi’nin elinde yetişti ve Bediüzzaman Said Nursi gibi son dönem Osmanlı âlimleri ile tanıştı, onların sohbetlerinde bulundu.
Başta Gönenli Mehmet Efendi olmak üzere Mehmet
Zahid Kotku Efendi, Mahmud Sami Ramazoğlu Efendi, Musa
Topbaş Efendi, Esad Coşan Efendi, Muhammed Raşit Erol
Efendi,Mahmud Efendi ile Mekke ve Medine’de görüştü ve
Türkiye’ye geldiklerinde de bu Hâk dostlarıyla muhabbetlerini devam ettirdi.
Hocaefendi, 1981yılında Şehzadebaşı Camii’nden emekli
olduktan bir yıl sonra Mekke’de Cebeli Nur’da Şerif sülalesinden (Peygamber
Efendimiz’in (s.a.v.) sülalesinden) El Harisi Vakfı’nın yaptırdığı camide 1986
yılından vefatına (2006) kadar imamlık görevini yürüttü. Camideki imam
arkadaşlarından biri de günümüzde Japonya’da hizmet eden Nimetullah
Hoca’ydı. Bir hafta kendisi bir hafta Nimetullah Hoca bu camide imamlık
yapıyorlar. Müsait olduklarında ise Mescid-i Haram’a gidiyorlar. Hocaefendiler
Medine’ye gittiklerinde buradaki Osmanlı vakfiyelerinden Eminağa Rubatı ve
Beşirağa Medresesi’nde kalıyorlar ve burada gelenlere hizmetlerde bulunuyorlar.
“Hoca babanızdan neler öğrendiniz?” diye sual ediyorum
Abdullah Bey’e. “Her şeyden önce edeb” diyerek anlatmaya başlıyor: “Yalnız
bizim tek şeyimiz şuydu; Çerkezlerde korkunç bir saygı vardır ve bundan dolayı
babayla mesafeli durulur. Babanın yanına yanaşamazsınız. Daha doğrusu
yaklaştırılmazdı çocuk. Beni babamın yanında kimse görmemiş. Çok nadir
bulunmuşum.
Mekke ve Medine’de ise pek Çerkezlik olmadı. Orada
yanında olabildiğimiz kadar oluyorduk. En basitinden bir duâsı bile 1.30-2.00
saat sürdüğü, uzadıkça uzadığı için büyük camilerdeki hoca arkadaşlarımız bile “Ya söyle babana da şu duâlarını biraz kısa kessin, bu kadar uzun duâ mı olur?” diyorlardı. Bilmiyorum duâları niye o kadar uzundu. Söyleyene mi bakmalı yoksa
söyletene mi!..
Edebi öğrendik en başta. Her şeyin başının samimiyet
olduğunu… Hoca babam da samimi insandı. Hem hal insanıydı hem kâl. Bugün
yaşadığımız problemlerden biri değil mi bu? Sözün ile davranışın birbirine
uyacak, hepsi birbirini tamamlayacak. Bu insanlar böyle insanlardı.”
Nimetullah Hoca’nın Cevat Hocaefendi’yle
ilgili hatıraları
Nimetullah Hoca “Zikrul evliya tenzil rahme” yani “evliyaları anlatmakla Allah’ın rahmeti gelir” sözleriyle Cevat Hoca’yı anlatmaya başlıyor:
“Cevat Hoca ile 50 senelik beraberliğimiz var. Cevat
Hoca, hafız, âlim, âşık-ı Resul bir zattı. Uzun uzun duâ ederdi. Sofu meşrep
bir insandı. Hem hafız-ı Kur’ân’dı hem de müttakiydi. Düzce’ye beraber
gitmiştik, onun vasıtasıyla Düzce’yi tanımış olduk. Orada Hacı Halil
Efendi’nin kabrini ziyaret etmiştik. Hafız Hasan Hoca’nın
talebeleriyle tanıştık.
Daha geriye gidersek Cevat Hoca ile İstanbul’da
tanışmamız 1950’li yılların ortalarında Sultanahmet’te müezzinlik yaptığım
zamanlara gidiyor. Cevat Hoca da Gönenli Mehmet Hocaefendi’nin yanına gelip
gidiyordu, geldikçe de imamlık yapıyordu. O dönem biz Gönenli Mehmet Hocaefendi’den
birlikte ders alıyorduk.
Sultanahmet Camii baş imamı Şeyh Seyyid Şefik
Arvasi Hazretleri’ydi. Ben iki hocaefendiden de ders alıyor, ikisinin
yerine vekalet yapıyordum. Yalnız Cevat Hocaefendi hem Gönenli Hocamızı
ziyarete geliyor hem benimle görüşüyordu. O geldiği zaman Sultanahmet’te
kendisini imamete geçiriyordum.
Hocaefendi ile Mekke-i Mükerreme’de bulunan Rubat
Vakfı’nda kalıyorduk. Medine-i Münevvere’de Emin Ağa Medresesi’nde Gönenli
Mehmet Efendi de gelir, kalırdı orada, buradan da bir tanışıklığımız vardı.
Daha sonra Mekke’de Rubat’ta 1984’ten 1999 yılına kadar beraber yan yana
kaldık, imamlık yaptık.
Mekke’deki günlerimizde ben çok gezdiğim için Cevat Hocam
çok sabrediyordu, kendi nöbetinde de benim nöbetimde de. Orada Cevat Hocayla
beraber Şeriflerin Camisi ve Cebeli Nur Camisi’nde çocuklara ders veriyorduk.
Sonra Cevat Hocam Türkiye’ye döndü. Ben bir müddet daha kaldım.”
“Allah bize de böyle ölüm nasip etsin”
Cevat Aksoy Hocaefendi’nin vefatı da hayli ilginçtir. İstanbul’da bulunduğu günlerde Cuma namazını kılmak için Fatih Camii'ne gider ve camideki çocuklara her zaman olduğu gibi yanında getirdiği şekerlerden dağıtmaya başlar. Bu sırada aniden rahatsızlanarak yere oturup biraz soluklanmak ister. Fakat dünyadan ayrılık vakti gelmiştir, sırt üstü yere uzanır ve ellerini açarak duâ eder, şehadet getirir. Caminin güvenlik kameralarına yansıyan görüntüler haberlere konu olur. Buna şahit olan cami cemaati ise "Allah bize de böyle ölüm nasip etsin" der. Allah bize de böyle ölüm nasip eylesin! Amin!..
Cevat Hocaefendi 2006 yılında vefat etti. Kabri Fatih’te
Edirnekapı Mezarlığı’ndadır. Ruhuna bir Fatihâ okuyalım inşallah. Hocaefendi’nin vefat anı Fatih Camii’nin kameralarına böyle yansımıştı: Tıklayınız.
