![]() |
| Bilal Yorulmaz |
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
İlköğretim Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Eğitimi Bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç.
Dr. Bilal Yorulmaz ile “sinema ve din” ilişkisini konuştuk.
Müslümanların sinema ile ilgili temel sorunu
nedir? Türkiye’de neden dünya çapında işler yapan Müslüman yönetmenler
çıkmıyor?
Sinema bir silahtır ama aynı zamanda bir sanattır. Bizde
olmamasının sebebi bizim güçlü yönetmenlere, senaristlere, oyunculara sahip
olmayışımızdan kaynaklanıyor. Biz yıllarca “Müslümanlarda para yok, para olmadığı
için de böyle pahalı sanatları yapamıyoruz” dedik ama bu bir aldatmacaydı,
kendimizi kandırıyorduk. Sinema parayla olacak bir şey değil. Para gerekiyor
ama esas olan şey sanattır, bizde sanat yok. Bizim şu anda sanatçımızı
eğitmemiz lazım. Eğitimimiz yok.
Milli değerlere sahip olup, bunu dert edinip film yapacak
insanlara ihtiyacımız var. Çok şükür şimdi böyle bir kıpırdanma var. Çeşitli
vakıf ve derneklerde bu tarz çalışmalar olduğunu görüyoruz. Mesela Ensar
Vakfı’na bağlı İstanbul Tasarım Merkezi’nde her yıl 50 öğrenci alınarak
yetiştiriliyor, bu bir gelişme. Gençlik ve Spor Bakanlığı bu tür projelere
destek veriyor. Birçok çalışma daha var, tabii burada hepsini tek tek
sayamayız.
Eğer bu çalışmalar biraz meyveye durursa inşallah 5-10
seneye biz kendi filmlerimizi yapmaya ve sinemayı olumlu şeyler için de
kullanmaya başlayabiliriz. Ama en büyük eksiğimiz bu; sanatçı yetiştirmek
zorundayız. Türk sinemasının bugüne kadar dini veya din adamını hep kötü imajla
anlattığını görüyoruz. ”Hiç mi iyi bir din adamımız olmamış” diye insan
düşünmeden edemiyor.
Türk sinemasında ‘din körlüğü’ nereden geliyor?
Bilinçli bir körlük mü bu?
Bazı sinemacılar bu soruya ”hiç mi kötü dindar yok”
şeklinde savunma yaparak cevap veriyor. Biz zaten bu soru ile dindar veya muhafazakâr
insanlar içerisinde kötü insanların olmadığını söylemiyoruz. Bütün dindarların,
muhafazakârların ya da dindar görünen insanların çok dürüst, ahlaklı, iyi
insanlar olduklarını, asla kötü işler yapmayacaklarını söylemiyoruz. Fakat Türk
sinemasının sistematik bir şekilde bunu bir klişe haline getirmesinden
bahsediyoruz. Yani Türk sineması şunu yapsa bizim hiçbir itirazımız olmazdı:
Sahtekâr bir dindar karakterin yanına bir de dürüst bir dindar karakteri
koysaydı biz onun objektif davrandığını söyleyebilirdik. O zaman ben de şu
soruyu soruyorum: Peki, hiç mi iyi dindar yok? Türk sinemasına baktığımız zaman
hiç iyi bir dindar karakter yok. Üniversite mezunu olan, karizmatik, kaliteli,
yakışıklı, güzel bir dindar karakteri yok. Bizim itiraz ettiğimiz şey bu
aslında.
Türkiye’de çekilen dini filmleri nasıl
değerlendirirsiniz? Olumlu ve olumsuz yönleri nelerdir bu filmlerin?
Türkiye’de diziler ve filmler kalitesiz, dini filmler ve
diziler maalesef ondan çok daha kalitesiz. Bir dönem Sırlar Dünyası, Sır
Kapısı, Kalp Gözü tarzı diziler çok yayılmıştı ve bunlar çok problemliydi. Bu
programlarda hiçbir şekilde sanat yoktu, tamamen ruhani işlerle hayatın
döndüğü, mantık çerçevesinde olmayacak şeylerin anlatıldığı programlardı.
Maalesef biz, sade ve sanatlı bir şekilde ahlaki, dini
duyguları anlatmasını bilmiyoruz. Bunu en iyi Mecidi başarıyor. Mecid
Mecidi’nin filmlerine baktığımız zaman bunu çok net biçimde görebiliyoruz.
Hatta Mecidi Türkiye’ye geldiğinde ona şunu sormuştum: Sizin filmlerinizi
izlerken Kur’an’ı okuyormuş gibi oluyorum. Filmlerinizi izlerken hep ayetler
aklıma geliyor. Şu ayete ya da bu ayete atıfta bulunuyor. Siz bunu bilinçli mi
yapıyorsunuz? Şu filmimi falanca ayetin tefsiri gibi filanca ayetin hakikatini
anlatmak için çekeyim deyip öyle mi başlıyorsunuz, yoksa bunlar kendiliğinden
mi gelişiyor? Mecidi’nin cevabı çok güzeldi ve dini filmin nasıl çekilmesi
gerektiğinin cevabını veriyordu: “Ben öyle bir planlama yapmıyorum. Ben sırat-ı
müstakim üzere yaşamaya çalışan bir insanım. Eğer siz sırat-ı müstakim üzere
yaşarsanız Allah’ın boyası filmlerinizi boyar.”
Yani sen samimi Müslüman ol, senin çektiğin film zaten dini
olur. Filmine özellikle sakallı bir amca koyup dini nasihatler verdirmene gerek
yok. Bu sinema değil. Bizim yaptığımız en büyük hata bu. Hemen filmin şurasına
sakallı bir dede, gece rüyasına giren sakallı birisi ya da mistik bir ortamda
ney üfleyen bir kimse… O geliyor filmin içerisinde 5 dakika dini nasihat
veriyor. Bu vaazdır, bu film değildir, bu sinema değildir. Böyle bir dünya yok!
İnsanlar nasihatle öğrenmez, insanlar örnek alarak öğrenirler.
Mecidi’nin filmleri öyle değil ama. Mecidi hiçbir filminde
bir ayet, bir hadis kullanmaz. Hiçbir filminde vaaz veren bir hoca yoktur.
Mecidi’nin filminde ayetler, hadisler aklınızda uçuşuyorsa işte film bu, sanat
bu, bunu yapmanız gerekiyor. Biz doğrudan gözüne parmağını basar gibi
anlatıyoruz hakikatleri, oysa insanlara haykırmayacak film. Filmin içerisinden
süzülecek o hakikatler. Yaşayan dini gösterecek bize, biz de karakterlerde
göreceğiz onu.
Bana sen doğruluğu, adaleti anlatmayacaksın filmde. Sakallı
amca oturup bununla ilgili bir kıssa anlatmayacak. Sen bana ana karakter
vereceksin, o karakteri dosdoğru bir insan yapacaksın ben onu seveceğim, onunla
özdeşleşeceğim. Başına bela geleceği halde yalan söylemeyen bir karakter
yapacaksın, ben onu örnek alacağım, model alacağım. Sinemamız böyle olduğu
zaman güçlüdür. Ama biz bunu yapmıyoruz. Biz bunu sözle anlatıyoruz ve vaaz
eden bir insanın karşısına kamera koyduğunuz zaman bunun sinema olduğunu zannediyoruz.
Bu sinema değil.
Batı’da veya Hollywood’da ne tür dini filmler
yapılıyor? Bu filmlerde dini kullanım şekilleri nelerdir?
Bir tanesi, doğrudan dini hikâyelerle anlatılanlar. Bunlar
doğrudan Hz. İsa’nın hayatının anlatıldığı filmler. Hz. İsa’nın hayatıyla
ilgili 250’den fazla film çekilmiş şu ana kadar. Ve her yıl mutlaka bir film
çekiliyor.
Batı dünyasında bu filmler artık çok fazla izlenmiyor.
İslam dünyası neyden şikâyetçi; mesela ‘gençler camiye gelmiyor, gençler dini
konulara çok fazla hassas değil’ diye şikâyet edilen benzer şeyler Hristiyan
dünya için de geçerli. Gençler kiliseye gitmiyorlar. Gençler Hz. İsa’nın
hayatının anlatıldığı filmleri izlemiyorlar. Dolayısıyla bunu aşmak için de
artık alt metinleriyle Hz. İsa’yı anlatan filmler yapıyorlar. Bizim aksiyon,
bilim kurgu, dram zannettiğimiz bazı filmler aslında dini filmlerdir. Bu
filmlerle Hz. İsa’nın hayatını anlatırlar. Mesela Matrix. Matrix filmi
görünürde bilim kurgu filmidir ama alt metinlerinde Hz. İsa’nın hayatını
anlatan bir filmdir. Mesela çocukların zevkle izledikleri Narnia Günlükleri
filmi. Bunun da alt metinlerinde Hz. İsa’nın anlatıldığını görürüz. Bu anlayış
Terminatör filminde de vardır. Terminatör filmi özellikle teslis inancını
aklileştirmeye çalışan bir filmdir. Süpermen yine Hz. İsa’dır. Hristiyanlığa
göre Hz. İsa bu dünyadan değildir ama dünyaya insan suretinde gelen bir
Tanrı’dır. X-Man’in alt metninde Yahudilerin üstünlüğü anlatılır. Bunları
çoğaltabiliriz…
İzlediğimiz bu filmler, zihnimizde dini anlamda
bir tahribata yol açıyor mu?
Bizler zihinsel şemalarla öğreniyoruz. Popüler filmler
zihnimizde nasıl bir şema oluşturuyor buna bakmamız lazım: Babasız birisi var,
insanlığın kurtarıcısı o, herkes onu bekliyor. İnsanları kurtarmak için
kendisini feda ediyor ve ölüyor. Ama tekrar diriliyor. Ve insanlığın
kurtarıcısı oluyor. Şimdi siz eğer sadece bu şemaya sahipseniz, bir misyoner
gelip size asıl hikâyeyi anlattığı zaman zaten zihninizde var olan şemaya
uyuyorsa bunu benimsemeniz kolay oluyor. Narnia Günlükleri’nin yazarı C.S.
Lewis de kitapları yazmaktaki amacını “Çocuklar ileride Hristiyanlıkla ilk kez
karşılaştıklarında Hristiyanlığı kolayca benimsesinler” şeklinde açıklamıştır.
Ama eğer siz iyi bir İslami eğitim almışsanız ve bu din eğitimi size “Hz. İsa
Allah’ın peygamberlerinden birisidir. Çarmıha gerilmedi, öldürülmedi. Allah onu
göğe yükseltti” diyorsa o misyoner size gelip anlatsa da o filmi izlemiş
olsanız bile zihninizdeki şablon sizi korur. O yüzden bir insan iyi bir din
eğitimi aldıysa bu tarz filmlerden etkilenmesi daha azdır. Ama bu zihin
karışıklığı yaşamayacağı anlamına gelmez.

