Peygamber
Efendimiz’in Mirâç hadisesini konu edinen ve Türk mûsikîsinin en büyük
eserlerinden biri kabul edilen Miraciyye’nin bilinmeyen öyküsünün peşine düşen
yönetmen Murat Pay ile “Mirâciyye SaklıMiras” filmi üzerine konuştuk.
Mevlid-i şerifle ilgili Maşuk'un
Nefesi filmini yaptıktan sonra bir arkadaşımla gezinirken “Türkiye’nin en büyük
eserlerinden Mirâciyye’yi hiç duydun mu?” sorusuyla muhatap oldum. Eseri hiç
duymamıştım ve bu duymamışlık biraz ağrıma gitmişti. Türk müziğinin Süleymaniyesi
gibi büyük bir eserden bahsediyoruz. Üstüne üstlük bir bahrinin (kısmının)
eksik olması ve günümüze ulaşmadığını öğrenmem zihnime takıldı. Kaybolan bir
şey vardı ve bir yolculuk çıkabilirdi buradan, bunun sinematografik olduğunu
düşündüm. Tabii Efendimiz’le (s.a.v.) alakalı olması da cazip tarafıydı.
Mirâciyye
eseri yedi bölümden oluşuyor ve her kısım kendi içerisinde farklı makamlarda
icra ediliyor. Filmi kurgularken ne düşünmüştünüz?
Mirâciyye’de her bölümün şiiri, içeriği makamlarla
ilişkili. Her eser, başı ve sonu itibarıyla bir bütünlük teşkil ediyor; aynı
zamanda aralarda da köprü niyetine tevşihler (ilahiler) var, parçalar bütüne
gidiyor.
Filmi çekme sürecinde kendi tecrübemizi dikkate alarak hiç
bilmeyen bir insan –ki biz de hiç bilmiyorduk, tanıştık– bu eserle yavaş yavaş
tanışsın istedik. Dört tane hikâye kurduk, her hikâye kendi içinde bağımsız
olsun ancak her hikâyeyi de birbirine bağlayacak köprüler inşa edelim ve
beyitler de bizim tevşihlerimiz gibi olsun. Bütüne baktığımızda da biz bir
bütün hikâyeyi görebilelim. Temelde niyet ettiğimiz şey böyleydi.
Bursa’da
Nûmâniye Dergâhı’nda Mirâciyye geleneğini elli yılı aşkın zamandır sürdüren
Mehmed Safiyüddîn Efendi’nin filme katkısı ne yönde olmuştur?
Bence filmin gizli mimari Mehmed Safiyüddîn Efendi’dir.
Çünkü filmi yapmakta çok zorlandığımız hatta çekmekten vazgeçeceğimiz
dönemlerde Safiyüddîn Efendi’nin Mirâciyye ile ilgili o emeği, gayreti ve bunu
50 yıldır hiç kimseye minnet duymadan tek başına yapması bizi çok etkiledi;
tesir etti bize. Ben Mirâciyyelere de katıldım orada, bu bizi teşvik etti. Safiyüddîn
Efendi, geleneği yaşatan birisi değil de yaşayan birisi. O yönden bence tesir
etti bize.
İlk
filminiz Maşuk'un Nefesi'nde (2014)
mevlid meşki geleneğiyle, Mirâciyye Saklı
Miras’ta ise kayıp bir eser üzerinden Türk mûsikîsi ile irtibat
kuruyorsunuz. Yeni filminiz Dilsiz’de
de hat sanatıyla kurduğumuz bağı anlatacaksınız. Filmlerinizde geleneği
referans almanızın özel bir sebebi var mı?
Yola çıktığımda ister istemez geçmişimle/hafızamla
karşılaşıyorum. Benim açımdan bunun ilk göstergesi, bir yandan sinemanın
teorisi ile diğer taraftan kısa filmlerle uğraşırken bazı şeyleri anlamam
gerektiğini fark etmemle mümkün oldu.
İslam sanatları anlamam gerektiğini düşünerek “İslam Tarihi
ve Sanatları”nda yüksek lisans yaptım ve büyük bir zevkle okudum. Kendimde
hissettiğim eksiklik beni oraya götürdü.
Şimdi buralarda edindiğim tecrübeleri pratiğe dökmeye çalışıyorum. ‘Özellikle
ben şunun filmini yapayım’ diye yola çıkmıyorum. Sorularım beni bu zemine
taşıyor.
Filmle
ilgili söyleşinizde İslamcı sinemanın formla ilgili gerekli ve yeterli soruları
sormadığı için çok ilginç biçimde seküler bir form inşa ettiğini ama
muhtevasını dini yaptığını söylediniz. Müslüman sinemacıların sinemada kendi
formunu/biçimini bulması mümkün mü? Siz nasıl bir yol tutturmaya çabalıyorsunuz?
Kendi tecrübemden hareketle, filmlerle uğraştıkça veya bu
alanda okumalar yaptıkça şununla karşı karşıya kalıyorum: Bir kültür var
karşımda ve “bu kültür benim” dediğim anda onu anladığımı düşünüyorum fakat “anladım”
dediğimde kültür benden uzaklaşıyor çünkü aslında benden uzak. Dolayısıyla anlayamıyorum.
Şunu kastediyorum: Mimarimizde Süleymaniye Camii’ni
anladığımı söyleyemem. Hakikaten anlıyor olsam şu an bu mimari içerisinde
yaşamayı kabul etmemem lazım. Bir tezattayız ve bu tezattan rahatsız değiliz. Anlayamadığım
için bu böyle. Dolayısıyla anladığımı iddia etmemin bir anlamı yok. Ancak kültürümle,
geleneğimle aramda derin bir bağ var. Bir yandan bağlantım var, bir yandan da
uzağım.
Vâkıa
buysa kendimizi (geleneğimizi) anlamak için nasıl bir yol/yöntem
geliştirebiliriz?
Bizim anlamaya dönük bir araca ihtiyacımız var. Biz o
araçtan yoksunuz. İsmet Özel’in şiirindeki “Eskiler
iz sürerdi, biz muttasıl arıyoruz” ifadesi bunu çok güzel açıklıyor. İz
sürüyor gibi yapmanın bir anlamı yok. İz süremiyoruz, biz arıyoruz şu an.
Kendimizi
anlamayı sağlayacak bir araç var mı sizce?
Var olduğunu düşünüyorum. Bu aracı keşfetmeliyiz. Bunu
gerekirse bugün yeniden inşa etmeliyiz. Gelenek noktasındaki sorun da burada
ortaya çıkıyor. İnsanlar o aracın olup-olmadığını tartışmadan gelenekçilik
yapmaya başlıyorlar.
Gelenekle
sinema arasında bağlantı kurabilir miyiz?
Türkiye’de sinema kültürel anlamda en cahil kaldığımız
alan. Bugün sinemacıların büyük bir kısmı kültürel anlamda çok ciddi bir
yoksunluk içinde ve bu yoksunluğun farkında değil ve dahi bunu bir yoksunluk
olarak görmüyor zaten.
Müslüman kimliğimizi dikkate alarak İstanbul’daki şaheserlerle
muhataplığımızda “ben neredeyim, bunlar ne?” demek zorunda kalıyoruz. Bununla
bağlantı kurmamız lazım mı? Kuracaksak nasıl kuracağız? Kurmamalı mıyız acaba?
Galiba tam göremiyoruz, gözlüğümüzde de bazı sorunlar var; o zaman doğru
gözlüğü bulana kadar o arama halinin içerisinde bulunmamız lazım mı diyoruz
mesela. Burada tek geçer akçemiz samimiyet. Bir de bazı hadiselerin yaşantı
haline gelmesi lazım çünkü tesir o zaman ortaya çıkıyor.
Sinemada
Müslüman tasavvuruyla bir form inşa edebilir miyiz?
Şu aşamada zor. Sinemada soru halinin, arayış halinin
formunu kurabiliriz. Yani bu arama hali bizi Müslüman bir tasavvurun sinemasına
yaklaştırabilir. Soru sormalı, peşinden gitmeli ve aramalıyız.
Ben iz süremiyorum şu an. İz sürmeye başlayınca kataloglara,
el yazmalarına, tarihe gitmem gerekiyor; okuyamıyorum, gidemiyorum. Mehmet Akif
okurken sözlüğe başvuruyorum sürekli. Boyumuzun ölçüsünü bilmemiz gerekiyor.
Benim şu an sanat icra etmem de problemli aslında. Sanat dediğimiz hadise kabın
taşmış halidir. “Kabım delik mi, dolacak mı, dolmaz mı, kabımda bir şey var
mı?” bunları soruyorum daha kendime. Bir şey yaparken kabın bu halinin farkında
olursam formum bu olabilir belki diyorum. Form mühendislikle çıkacak bir hadise
değil, kendiliğinden çıkar çünkü.
Murat
Pay kimdir?
Filmografisi: Mâşuk’un
Nefesi (2014), Eski Kazan (2008), Kardeşim (2007), Geri Dönüşüm (2007), Su
Damlası (2006).