“İnsanlar başka insanlarla bir arada yaşıyorlar ve kim olduklarını kiminle yaşadıkları belirliyor. Oysa idrak ve irade diye bir şey var; asıl zor olan buna ulaşmak.”
Psikolog-Psikodramatist Melek Arslanbenzer'le ilk şiir kitabı ‘Metro'da Cuma Namazı’ üzerine konuştuk.
“Metro’da Cuma Namazı” isimli ilk şiir kitabınız çıktı. Hayırlı olsun diyelim. Şiirlerinizde bütünlük, somutluk, insanlar görüyorum, yaşayan insanlar ve akan bir hayat. Şiirle hayatınız arasındaki irtibatı açıklar mısınız? Şiir size neyi vadetti?
Bütünlük, somutluk ve insanlar var şiirlerimde evet
haklısın. Bunlar benim için önemli. Hep bir bütüne, somuta, dokunulabilir
olana ulaşmaya çalışıyor çünkü insan. İnsanlar metafizik bir arayış
içinde olduklarını iddia etseler bile somut göstergelerin insanlar için
önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü Allah bizi böyle yaratmış. Gören, duyan, tat
alan, hisseden, nefes alan dolayısıyla koku alan canlılarız. Ben
metafiziğin bunlardan bağımsız olduğunu düşünmüyorum.
Şairliğinizin yanı sıra psikologsunuz ve
psikodramatist olarak çalışıyorsunuz. Psikodrama nedir, niçin yapılır, yaparsak
bizde neyi değiştirir?
Psikodrama ilginç bir şey. Benim bütünlük arayışımın bir
sonucu olarak görüyorum psikologluğun sonunda psikodramaya ulaşmamı.
Bütüncül bir yaklaşımı var psikodramanın. İnsanları hasta, sağlıklı, bipolar,
depresif, nevrotik falan diye ayırmıyor. Herkesin en temelde insan olduğu
ve aynı şekilde, aynı yerden başladığı kabulüyle yola çıkıyor. Bir annenin
rahmine düşüyoruz ve sonra dünyaya geliyoruz. Psikodrama nedir? Çok
kabaca dramatizasyonun terapi yöntemi olarak kullanılmasına verilen isim
diyebiliriz. Somutlaştırma üzerine kurulu bir yöntem. İnsanın çalışmak
istediği, çözmek istediği her türlü konuyu, nesneler ve başka insanlar
yardımıyla somut, görünür hale getirip ne yapacağına karar verebildiği
bir ortam sunuyor insanlara. Bu da hem sorunların algılanışını hem de
çözümünü kolaylaştırıyor.
Niçin yapılır? Düşünce dünyanda halledemediğin pek
çok şeyi basitleştirmek, somutlaştırmak ve aslında belki de hiç
korkulacak şeyler olmadığını görebilmek için yapılır. Yani bana
sorarsanız psikodrama insanın o çok kalabalık, baş edilemez gibi
görünen dış dünya karşısında ne kadar çok materyale sahip
olduğunu görmesine yarar ve sanırım en çok da bunun için
yapılmalıdır. Neyi değiştirir sorusu biraz kişiye göre değişen bir
şey. Kimin neye ihtiyacı olduğuyla alakalı ama en çok cesaret katıyor
insana sanırım.
Son olarak Fayrap dergisinin 43. sayısındaki
söyleşinizin sonunda “Bu hayatta başarabileceğin en büyük şey kendin
olmak” diyorsunuz. Peki günümüzde İslamcıları para mı bozdu yoksa siyaset
mi? Kendilerini nerde kaybettiler, kendilerinde mi?
Bu dünyada başarabileceğin en büyük şey kendin olmak
evet çünkü insanlar başka insanlarla bir arada yaşıyorlar ve kim
olduklarını kiminle yaşadıkları belirliyor. Oysa idrak ve irade diye
bir şey var; asıl zor olan buna ulaşmak. Bir toplumun içinde
yetişip büyüyüp o toplumun değerlerine uygun bir insan olarak yaşamak
kendi başına kötü bir şey değil elbette ama bunun üzerine biraz
düşünmek gerekiyor. Ameller niyetlere göredir diye bir şey var.
İnsanlar arasında yaşarken sırf o insanlarla çatışma yaşamamak adına
da uyumlu bir insan olabilirsiniz. Bunun adı iyi insan olmak
değil konformizmdir.
Oğlum Ömer, beş yaşında, anaokuluna başladı
geçenlerde. Öğretmeni eve kağıt yollamış kağıtta şarkı söyleme
etkinliğine katılmadığı yazıyor, arkadaşlarına günaydın demiyormuş.
Oturup konuştum, çok iletişimsel bir çocuk zaten ama öğretmeni onu
tanımıyor ve her çocuğa ayrı tarife açacak zamanı ve sabrı olmadığı
için bunu kusurlu bir davranış saymış. Hâlbuki Ömer’in insanları ve
kendini bir tartma süreci oluyor, ondan sonra kendine uygun olan
şeyleri yapmayı kabul ediyor. “Oğlum, şarkı söylemiyormuşsun
arkadaşlarınla öğretmenin kağıda öyle yazmış” dedim. “Tamam anne
bundan sonra söyliycem” dedi. Bu cümle benim içimi acıttı. Birkaç
gündür etkisinden kurtulamıyorum. Birileri öyle istiyor diye bir şey
yapmasını istemiyorum, buna boyun eğdiğini görmek canımı acıtıyor.
İslamcıların durumu da bundan farklı değil aslında.
Oğluma istemediği sürece şarkı söylemek zorunda olmadığını, herkesin
şarkı söylemesi gerekmediğini anlattım oturup. İslamcılara daha
doğrusu Müslümanlara da bunu anlatmak istiyorum hep. En
yakınımızdakinden sorumluyuz öncelikle. O yüzden önce oğluma
anlatayım bunu, bana yeter. Diğerlerinin yani Müslümanların kaderi
nasıl olsa Allah’ın elinde; dolayısıyla onları en güvenilir ele
yani Allah’a emanet ediyorum. Tabii oğlumu da.

