Neyzen Ömer Çakıroğlu, birçok müzik grubuyla beraber müzik
çalışması yürütürken "Koptu Kervan" ve "Seyyah" müzik
gruplarıyla beraber de sokak müziği icra etti. Dünyayı dolaşarak müziğini
yaşadığı yerlere götürdü; hem çaldı, hem söyledi, hem de müzisyen arkadaşlar
edindi, yeni yerler keşfetti. Neyle tanışması hayatını değiştirdi ve hayatını
yaptığı müzikle birleştirdi. Müzik çalışmasına devam eden Çakıroğlu şimdilerde
bir yandan çıkartacağı albümü üzerinde çalışıyor diğer taraftan Üsküdar'da
işlettiği Ahenk Semai Kahvesi'nde gelen misafirlerine, dostlarına çay, kahve
ikram ediyor, müzik dinletisi yapıyor. Ömer Çakıroğlu ile "ney ve
müzik" üzerine konuştuk.
Kısaca sizi tanıyabilir miyiz?
1981 yılında Trabzon’da doğdum. Bayrampaşa’da büyüdüm. Yani
ilk, orta ve liseyi Bayrampaşa’da okudum. Daha sonra Bayrampaşa birçok nedenle yetmedi,
dar geldi ve çıktım. İlk yolculuğum Avrupa oldu. Daha sonrasında da doğuya
Tayvan’a kadar uzanan uzun bir seyahat yaptım. Ve şimdi küçük bir mekan
işletiyorum burada.
Hayat hikayeme gelince; neyzenim, ney üflemeye gayret
ediyorum. Üniversite terkim. Başka da önemli bir şey yok
hayatımda. Yaptığımız birçok kayıt var. Bunlar hangi birini sayıyım size.
Dünyanın en büyük seyyah gruplarından biri olan “Koptu Kervan”la müzik
icra ettik. Bu grupla uzun süre kayıt yaptık. Daha doğrusu insanlar kayıt
yaptı.
![]() |
| Neyzen Ömer Çakıroğlu |
Müzikle tanışmanız nasıl oldu?
Müzik hayatımda çocukluktan beri hep vardı, ama profesyonel
olacağını hiç düşünmemiştim. Lisede ilk hocam olan -97 yaşında- Türkiye’nin
gelmiş geçmiş en büyük müzisyenlerinden biri olan Mehmet Tevfik Ceylan’la
tanıştım. Bu hayatımın dönüm noktası oldu. Himmetleri üstümüze olsun!
Mezarlıkta yaşayan bir meczuptu. Ve 10 yıl birlikte olduk. 107 yaşında vefat
etti. Önemli bir müzisyendi. Leon Hancıyan, Eyyûbî Ali Rıza Şengel gibi usta
müzisyenlerle çalıştı. Ben de hayatının son dönemlerinde ona talebe olma
fırsatı buldum. Beni neyle tanıştırdı.
İlk kullandığınız enstrüman ney miydi?
Yok, ilkokulda flüt çalıyordum. Daha sonra ortaokulda
bağlama, lisede gitar… Lisenin sonunda da zaten hepsini bıraktım. Birçok
grubumuz oldu. Hatta bunların -isim vermeyeceğim- Number One’da
klipleri dönen gruplarımız vardı.
Popüler müzikten o lise son dönemlerinde aslında o
edebiyatın beni sürüklediği şey nihayetinde tasavvuf müziği, yani bugünkü
klasik müziğimiz oldu.
Sokak müziği aslında bir araçtı benim için. Hollanda’da
kaldım. Hollanda’da çok bi maddi gelirim yoktu. Birkaç konser falan oldu,
dinleti. Ve sonrasında çok tanınmadığımız, bilinmediğimiz için enstrümanımla
sokağa çıktım. Çünkü gördüm ki, orada herkes bir şeyler yapabiliyordu, sanatını
gösterebiliyordu sokakta. Bende küçük çaplı dinletiler yaptım. Ve yolculuk
yapmaya başladım. Türkiye’ye geldikten sonra da zaten İstanbul’da İstiklal'de,
Kadıköy’de ne biliyim Türkiye’nin herhangi bir bölgesinde, uzun süre sokak
müziği yaparak dolaştım. Doğuda çok sokak müziği yaparak dolaşmadım ama yine
orda da tanıştığım müzisyenlerle çok müzik yaptım.
Sokak müziği… Bir konser salonunda ancak sizi dinlemek
isteyen insanlar gelir ama sokakta gün içinde belki de hayatı boyunca bir araya
gelmeyecek insanları yan yana getirebileceğinizi görüyorsunuz. Bu önemli bir
şey! Yani sokakta eğer yaptığın iş temizse muhakkak seni dinleyen birkaç kişi o
gürültünün içinde çıkabiliyor ve yan yana getirdiğin insanların aslında hayat
içerisindeki farklılıkları bariz ortada oluyor.
"BİR ENSTRÜMANIN DİNLE ALAKASI
OLAMAZ"
Neyle tasavvuf ilişkisi nedir?
Dünyada felsefesi olan iki tane saz var: Bunlardan birisi
ney diğeri de Budist rahiplerinin kullandığı şakuaçi. İkisi de birbirine çok
yakın sazlar. İkisi de üflemeli ve insan sesine yakın sesler.
Ney, insanı birebir gönülden yani ezelden etkilediği için,
ezele hitap ettiği için çok etkiliyor. Bir de insan sesine çok yakın olduğu
için. Dünyanın en eski enstrümanlarından biri ney tabi. Bugün elimizde, MÖ 2
bin 800 yılına ait olan bir ney var. İşte dünyada kullanılan en
eski sazlardan bir tanesi. Yapı olarak dünyanın en basit enstrümanı. Ama neyin
bence tasavvufla değil de, direkt insanla bağlantısı çok daha fazla.
Peki ruhani bir müzik olarak algılanmasına ne
diyorsunuz?
Bu insanların yüklediği bir şey. Bir enstrümanın dinle
alakası olamaz, insanın olabilir. Yani bir kemanı çalan da aynı şekilde
etkileyebilir insanı. Bu kemanın dindarlığını göstermez, yani uhreviyetini
göstermez. Bugün neyle de oynak bir şeyler çalınmıyor ama çalabilir insan.
Ney buna izin vermiyor gibi bir şey de var
sanki.
Onu yaptırmaz. Yani ney üfleme zamanı gelmiş olan, ney
üflemeyi tercih etmiş olan insanın bu tip şeylere yelteneceğini ben hiç
zannetmiyorum. Zaten yeltenirse de bir şey yapacağını da göremeyiz.
Bugün kurulan o irtibat, neyle tasavvuf
arasındaki irtibatla ilgili bir fikriniz var mı? Müzik aletlerinin dinleri
olmaz dediniz biraz önce. Tasavvufun neyle irtibatı ne? Bugünkü algıyla ilgili
soruyorum.
Neyin tasavvufla irtibatı HZ. Mevlana ile başlıyor. Ney bir
kere fiziki olarak, yapı olarak içi boş ve insan-ı kamile benzetildiği için
tasavvufla birebir örtüşüyor. Ve Mevlana’nın Hazreti Pirin, Mesnevi’sinin ilk
18 beyitinde bahsedilir, “dinle, bu ney” diye başlar ve sürekli neyi anlatır,
neyi tarif eder. Ama burada, “olgun, insan-ı kamil” olan neyi anlatır.
İnsan da aslında olgunlaştıkça içini boşaltır ve ona üfleyen kişi olur. Şimdi
tasavvufun neyle bağlantısı dediğimiz gibi Mevlana’yla başlıyor ve günümüz
içersinde Türk müziğinde belki de Neyzen Tevfik hariç, hiç tekkeden dışarı
çıkmıyor. Bugün de halen tekkelerimizin; işte Mevlevi ayinleri olsun, ilahiler
ve Ramazan’ın tamamen bütününe ulaşmış bir saz ve musiki heyetini oluşturuyor.
Ama bu bir taraftan baktığımda İslamiyetten öncesi de var
bu sazın. Şimdi 17.yy sazlarından bahseden Evliya Çelebi Peygamber Efendimiz'in
düğününde kudüm, rebab, bendir ve neyin çalındığını söylüyor. Ney, sadece
İslamiyetle alakalı değil ama buna giydirdiğimiz bu mana aslında bu bizim kendi
güzelliğimiz, kendi iç dünyamızın rengi bence. Tasavvuf içinde de birçok
hikayesi var zaten. Hz. Ali ile Peygamber Efendimiz'in bildiğiniz üzere, birçok
hikayesi var. İkisi arasında bir “sır” olayı olduğunu ve o “sır”rın neyden faş
edildiğini söyleyen birçok hikaye var elimizde.
Şimdi ben bunların üstünde biraz daha bilimsel baktığımda
hakikaten İslamiyet'ten evvel yine bir şekilde neyin insani, ruhani olarak
kullanıldığını biliyoruz. İnsanların öldükten sonra ruhlarının bir yerlere
ulaşabilmesi için onlara ney çalındığını, neyden böyle bir hava estiğini…
Beğendiğiniz ya da usta olarak gördüğünüz
müzisyenler var mı?
Öncelikle ben hocalarımı söyleyebilirim. Niyazi Sayın bugün
bu işin piri, ney adına. Salih Bilgin, Sadrettin Özşin, Yavuz Akalın var. Onun
haricinde dinlediğim müzisyen olarak genelde Doğulu müzisyenleri çok
dinliyorum. İran; Şeceryan’dan, Zakir Hüseyin’e… Pakistan müzikleri hoş. Hint
müzikleri dinliyorum. Doğu müziği çok daha geniş.
Yani şöyle; bizim müziğimiz tabi ki ulaşılması çok zor bir
yerde. Türk müziği dinleyebilmek için bile inanılmaz bilgi ve birikime sahip
olmak gerekiyor. Yoksa zaten uyutucu bir hal alıyor. Türk müziği çok ince,
hassas notalara sahip olduğu için dinleyebilmek için muhakkak bilgi sahibi
olmak gerekiyor. Bilgi sahibi olmayan insan dinleyemez, sıkılır, uykusu gelir.
Bu herhangi bir konu içinde öyle. Çok edebi şeylerden bahseden insan, o
konulara vakıf değilse dinlerken diğerlerini sıkar, bunaltır. Ona hitap
etmediği için kalkabilir. İşte müzikte böyle. Aslında bugün bizim
müziğimiz dünya üzerinde belki de ulaşılacak müzik biliminin en üst
noktalarından biri yani. Makamsal olarak.
"NEY GİBİ YAŞADIĞIM İÇİN NEY ÜFLÜYORUM"
Neyin popüler kültüre hitap eden bir tarafı da
var ya da en azından hitap ettiklerini düşündüklerimiz. Siz ne görüyorsunuz bu
konuda, popüler olmak mı yoksa müzikaliteden taviz vermek mi?
Popülerliği de sevmiyorum. Ama şu var: Popüler kültürün
malzemesi olmak, yani televizyon çocuğu olmak aslında çok basit. Ben klasik
müzikten bahsediyorum. Bugün dünyanın en büyük müzisyeni diyebileceğim insanı
kaç kişi tanıyor ki! Şimdi algılar artık basit şeyleri algılayıp kafada,
hafızada yer ettirdiği için bugün birçok pop sanatçısının çalıp-söylediği
şeyleri insanlar daha çok beğeniyor, daha çok ilgi gösteriyor. İnsanlar
bir anda çok güzel roman yazarken senden gelip başka bir şey yapmanı
istiyorlar. Bilmiyorum, bu da bizim işimiz değil. Biz belki de müziği farklı
gördüğümüz için... Yani benim açımdan müzik, benim yaşantımdan hiç ayrı değil.
Hayatımın içinde bir şey müzik. Hayatımı bırakıp da hiçbir
zaman müzik yapmadım. Müzik hayatımın içinde var zaten. Nasıl yaşıyorsam ona
göre müzik yapıyorum. Ben ney gibi yaşadığım için ney üflüyorum. Yani
evveliyatında gitar da çalıyordum, gitar da çalardım yoksa. Yaptığın müziği
dinleyebilen insan sayısının az olması bunun değersiz olduğunu göstermiyor.
Daha fazla değerli olduğunu gösteriyor aslında. Bir şey çoklaşırsa ucuzlar,
ucuzlatır. Şimdi yaptığın şey ucuzlatmak mı?
Kıyaslama olarak şununla yapabiliriz mesela: Mercan Dede (Arkın Allen). Bu, o kadar büyük paraları kazanırken ona ders veren insanlar
neden hâlâ ortada gözükmüyor… Mesela Rozdeli diye bir adam var. Bu adam
Türkiye'ye geldi ve birkaç yıl ders alıp gitti. Şimdi yurt dışında ve 6 ay
önceden bu adamın konser biletleri bitiyor. Bu adama ders veren adam ise hala
konserden çıkıp, İETT durağından otobüse binip evine gidiyor. İsim
vermiyorum ama bu adamın 6 ay önce biletleri bitiyor. İlle Rozdelli mi olmak
gerekiyor? Veya Avrupa’dan gelip, kendini pazarlanmak mı gerekiyor?
AHENK SEMAÎ KAHVESİ
Müzik üzerinden konuşuyoruz, bu güzel. Bir de
şu an konuştuğumuz yer, yani sizin işlettiğiniz bu semai kahvesi... Adını
tam zikredelim okuyucular da bilsin: Ahenk Semai Kahvesi. Üsküdar’da
belediyenin arkasında küçük bir çay ocağı (yeni yeri Kara Davut Paşa Camii
yanı). İlk önce Semai kahvelerini bize anlatır mısınız? Semai kahvesi nedir?
Semai kahveleri cumhuriyet öncesinde
İstanbul’un kültür ve edebiyatçılarının, yazarlarının, gazetecilerinin,
şairlerinin, müzisyenlerinin buluşup oturup, sohbet ve meşk ettikleri bir yer.
Kültür yuvası aslında. Cumhuriyetle birlikte bu mekanlar yavaş yavaş azalmış
sonra da kaybolmuş. Bizim mekanımızda böyle semai kahvesine yakın bir konsepte
sahip. Semai kahveleri bugün bildiğimiz üzere Tamburi Cemil Beylerin, Udi
Nevrez Beylerin takıldığı, meşk ettiği mekanlar. Dönemin konservatuarı belki.
Dönemin konser salonları olmadığından dolayı konser verilen, halkla direkt iç
içe bir yer. Müzisyenlerin, sanatçıların meşk edebildiği bir yer.
Semai kahvesinde neler yapıyorsunuz?
Bizim semai kahvemizde de gün içinde devlet korolarından
olsun, diğer müzisyenler olsun birçok müzisyen geliyor. Yazar, edebiyatçı, şair
var aramızda, konservatuar talebeleri var, yeni müzik öğrenmeye başlayan
insanlar, TV programcıları var gelip-giden. Az önce oturduğum grubun tamamı müzisyendi.
Yani gün içinde birçok müzisyen buraya uğrayıp, belki birilerinden haber alıp,
sohbet edip, arkadaşıyla denk gelip çayını, kahvesini içip gidiyor.
Burası popüler mekanlara göre hizmet etmiyor. Gün içinde de
gelen müzisyenler muhakkak enstrümanıyla bir şeyler icra ediyor. Bunun programı
yok. Gelen udiyse ud çalabiliyor. Tambursa tambur çalıyor. Genelde ney ve
tambur duyuluyor burada. Onun haricinde birçok grupla prova alınıyor.
Konserleriniz devam edecek mi? Yani kendi
grubunuzla ilgili çalışmalardan bahseder misiniz?
Bir albüm yapma niyetimiz var. İnşallah, güzel olacak.
Teşekkür ederim.
Eyvallah.





