Türk
hikayeciliğinin piri Mustafa Kutlu, yazdığı hikayelerle, bize yaşayan güzel,
küçük, umutlu, dertli insanları anlatır. Anlatmakla da kalmaz bu
hikayeleri anlamamızı, anlaşmamızı, bir derdi beraberce paylaşmamızı,
bölüşmemizi bekler. Yüreklidir yani Mustafa Kutlu hikayesi. İyi bir okuru ilk
önce çarpar, sonra ‘sesime kulak ver’ der, ‘devam et bu yolculuğa, devam et ki
hikayemiz yarım kalmasın!’… Belki de bu sırlı yolculuğun devam ettiricisi
olarak Kutlu, her yıl bir başka hikayenin peşinde bizi uzun bir yolculuğa
çıkartıyor. Unutmayı değil hatırlamayı, kötülemeyi değil iyilik yapmayı,
Allah’a sırt çevirmeyi değil O’na inanmayı öğretiyor. Mahalleleri dolaşıyor,
sokak aralarından çıkıyor, bir insanla dertleşiyor, hayal kuruyor, bir yandan
geçmişi muhasebe ederken diğer taraftan ileride yaşanabilecek zorlukları
şimdiden işaret ediyor. Kutlu, daha çok toplumun içinden biri olarak konuşur,
daha çok gerçek ve somut olayları ele alır. Bu yüzden de hikayeleri yaşadığı
toplumun rengi, havası, suyu olur. Kuşanır, kuşatır. Anadolu’ya götürüp, tekrar
şehre getirir bizi.
Kutlu’daki baskın ve yerleşmiş Anadoluculuk fikriyatı gelenek,
görenek ve İslam ahlakının bizde var olan yerleşik temsilidir adeta.
Modernlikle İslam kültürünün, kendi öz kültürümüzle yoğrulmuş somut temsilleri
üzerinden pratik hayatın gerçek problemleri ve sevinçlerine her zaman ışık
tutmuş hikayelerdir yazdıkları.
Mustafa Kutlu’nun hiç kimseye
röportaj ve söyleşi vermeyişinden ötürü müdür bilinmez ama Anadolu Yakası’nın
da bunlara karşı verilmiş bir cevap olduğunu da düşünüyorum açıkçası. “Halkı
konuşturuyum o kendisi anlatsın, onunla ayrımız gayrımız yok” diyen bir
pencerenin bize açılan kapısından Erol ve Muzo’nun konuşmalarına dâhil
oluyoruz.
Anadolu Yakası,
gazeteci Erol’un televizyoncu Muzo’yla yaptığı söyleşiden yola çıkarak ‘nehir
söyleşi’ olarak hikayeleşmiş bir kitap. Kurulan güçlü diyaloglarla ilerleyen
hikayede ara ara politikaya, hayatın değişen ve dönüşen yönlerine, modernizme,
kapitalizme, ahlaka, çocukluğa dair şeyler Muzo’nun hayatı üzerinden
anlatılıyor. Yani kahramanların dilinden bugünün dertleri dillendirilmiş
oluyor.
Gazeteci Erol, televizyon
kanalının sahibi Muzo Gönül’le bir taciz haberi üzerine görüşmek ister. Bu
görüşme sonrasında ise gazeteci Muzo Gönül’le uzun bir söyleşi yapmaya karar
verir. Gazetecinin sorularıyla Muzo’nun kendi hikayesini anlatmaya başlaması
uzun ve etkili diyalogların, bambaşka bir muhabbetin içine çeker bizi.
Böylelikle bizi tatlı bir muhabbetin içine dâhil eden yazar, sanki kahvehanede
ya da bir cami önünde, bir parktaki bankta yeni tanıştığınız biriyle sizi
konuşturuyor gibidir. Onları dinlememizi ya da gizliden gizliye sessizce soru
sormamızı bize öğütler. İlk defa hayat hikayesini dinlediğiniz biri olarak görebilirsiniz
Muzo Gönül’ü. Böylece okurken daha da meraklanırsınız. Merakınız arttıkça da
keşfiniz kuvvetlenir.
Sohbet edasıyla ilerleyen
hikayede Anadolu’dan İstanbul’a okumak için gelmiş olan Muzo Gönül’ün okulu
bırakıp sinema, televizyon camiasına adım atışıyla, birden başarı basamaklarını
tırmanması ve bir yandan köyüne, sevgilisi Sırma’ya özlem duyması, merkezden
taşraya duyulan büyük özlemin işaretidir. Muzo Gönül’ün İstanbul’da maddi
varlık elde etmesi, televizyonunu işe aldığı Janset sayesinde ayağa kaldırması,
diğer taraftan bacanağı yüzünden çektiği onca dert sıkıntı… Bütün yaşanan
hikayelerle hayatın acı ve gerçek yönlerine nasıl temas etmemiz gerektiğini
anlatıyor yazar. İyi kalple, merhamet ederek, düşene bir tekme atarak değil de
ona bir el uzatarak ayağa kaldırma çabasındadır. İşte bu yüzden Muzo Gönül’ün
kendi kişisel aile hikayesi, bugüne ait, hepimize ait dertlerin de tartışıldığı
bir yer olur. Taşradan şehre gelen ve şehirle taşra arasındaki farkları iyi ve
kötü yönleriyle inceleyen, ülkenin son 30 yılda yaşadığı değişimi, dönüşümü
masaya yatıran bir düşünce merkezinden çokça beslenen yazar; modernleşmeyle
beraber hayatın değişen ve yok olan yönlerine çevirir gözümüzü. Dikkat
kesildiği yer, güzel olan şeylerin bir bir kaybolması ve yerine güzel diye
konan şeylerin hiçbir değere ve anlama matuf olmamasıdır. Burada Kutlu’nun
çocukluğuna dönmesinde, bir yere varmış yazarların her şeyi bitirmiş gibi artık
evlerine, çocukluklarına döndüğünü görüyoruz.
Türkiye’nin hayat hikayesini merak edenlere, hayata irfani bir
yönüyle bakıp, anlayıp, yaşamak isteyenlere Anadolu Yakası’ndan bir söz var
mutlaka. Spordan, siyasetten, medyadan, sinemadan, sevgiden, özlemden,
gariplikten, muhabbetten, sohbetten, temiz kalmaktan, kul olmaktan yana bir
hikaye Anadolu
Yakası.
ANADOLU YAKASIMustafa Kutlu, Dergâh Yayınları, 2012, 207 sayfa, 12 TL.
