Türkiye'de Müslüman gençler başroldeler


ANADOLU ÖĞRENCİ BİRLİĞİ

Anadolu Platformu’nun gençlik yapılanması olarak faaliyetlerde bulunan Anadolu Öğrenci Birliği, özelde gönüllülerini genelde ise tüm üniversite öğrencilerini kapsayan çalışmalar yürütmekte. Bu çalışmaları özelde Türkiye’de, genelde bölgede ve uzun vadede tüm dünyadaki üniversitelerde din, dil, ırk farkına bakmaksızın dünya genelinde faaliyet gösteren yapılarla iletişim kurma, insanlığın iyiliğini isteyen, önceleyen projelerde beraber hareket etme, iletişim ve bilgilendirme amaçlı bir iletişim merkezi kurma amacıyla çalışmalarını sürdürüyor.

Anadolu Öğrenci Birliği, geçmişine duyarlı, geleceği öngören, geleneğin insanı yücelten değerlerinin takipçisi, bağnazlıktan uzak, adaletin, özgürlüğün, erdemin ve insanlık birikiminin vicdanı olmaya aday, sadece Anadolu’nun değil bölgesinin de gelişmelerine duyarlı, sözü ve davası olan bir yapılanma olarak öne çıkıyor.

Anadolu Öğrenci Birliği’nin yapmış olduğu çalışmaları ve Türkiye’de gençliği Anadolu Öğrenci Birliği Genel Sekreteri Emrah Atila Bey’le konuştuk.

"ANADOLU ÖĞRENCİ BİRLİĞİ'NİN TEMEL AMACI ŞAHSİYETLİ MÜSLÜMAN GENÇLER YETİŞTİRMEK"

Öncelikle bize kendinizi tanıtır mısınız? Hangi amaçla, ne zaman kuruldunuz? Kimsiniz, neler yapıyorsunuz?

Anadolu Öğrenci Birliği, Türkiye genelinde 52 tane vakıf ve derneğin üyesi olduğu Anadolu Platformu’nun gençlik yapılanması olarak kuruldu. Platform 2005 yılında resmi hüviyete kavuştu. Anadolu Öğrenci Birliği 2011 yılına kadar Anadolu Platformu’nun Gençlik Komisyonu olarak görev yaptı. Ama 2011 yılında Anadolu Platformu’nun Koordinasyon Kurulu’nun kararıyla gençlik yapılanması özerk bir hale getirildi. Ve Anadolu Öğrenci Derneği , Anadolu Öğrenci Birliği markası oluşturuldu. Anadolu Öğrenci Birliği’nin kuruluşundaki en temel amacı şahsiyetli Müslüman gençler yetiştirmektir. Bununla beraber Anadolu Platformu’nun gençlik, orta öğretim ve yüksek öğretim çalışmalarını örgütlendirmek ve sürdürülebilirliğini sağlamak.

Anadolu Öğrenci Birliği olarak “gençlik” kavramını nasıl tarif ediyorsunuz? 

Gençlik kavramını tarif şeklinden çok ‘biz bir gence nasıl bakıyoruz’dan yola çıkarak aslında gençlik tanımını daha rahat yapabiliriz. Türkiye Cumhuriyeti Gençlik ve Spor Bakanlığı gençlik tanımı şöyle yapmış: 15 yaşı ile 29 yaşı aralığında kalan bireyler olarak nitelendirmiş. Bu doğru bir niteleme olabilir ama eksik. Niye eksik? Aslında 15-29 yaş arasındaki bireyler genç olmayabilir. Ya da 29 yaşın üstündekilerde genç olabilir. Niye bu yaş aralığında kalalım ki?

Biz Anadolu Öğrenci Birliği olarak gençliğe bakış açımız ya da gençlik tanımımız şöyle: Dünyayı değiştirebilme tahayyülü olabilen herkes bizim için gençtir. Biz gençliğe böyle bakıyoruz…

Gençlik tanımı dünyada şöyle olur: Mesela gençlik hareketleri yakın dünya tarihine baktığımız zaman bir 68 Kuşağını biz genç olarak nitelendiririz değil mi? Olumlu ya da olumsuz olarak bunları konuşabiliriz. Ben başka bir şey anlatmaya çalışacağım. Bu 68 Kuşağından 80-90 yıl önce olan bir kuşak var, Jön Türk kuşağı. Ondan 20-30 yıl sonra oluşan bir kuşak var İttihat Terakki kuşağı. Veya İslam tarihine bakalım Darul Erkam’daki o kitleyi ki bu kimine göre 40 kişilik kimine göre de daha fazla kimine göre daha az olan bir kitleye bakalım, oradaki profile bakalım, burada da bir genç bakış açısı var onlara karşı da. Şimdi, tarihte olumlu olumsuz birçok örneği var. Darul Erkam çok iyi bir örnektir. Ama 68 Kuşağı birçok anlamda olumsuz bir örnektir. Biraz önce saydığım örnekleri iyi veya kötü oldukları için değil başka bir ortak özelliğe sahip olduğunu söylemek için andım. Hepsindeki ortak mevzu şudur: Var olanı kabul etmiyor bunların hiçbiri. Ve daha iyi olanı tahayyül ediyorlar. Ve daha iyi olanı ikame etmek için uğraşıyorlar. Canlarını feda ediyorlar, zamanlarını feda ediyorlar, paralarını feda ediyorlar, ailelerinden kopuş yaşıyorlar ve bunu bir amaç uğruna daha iyi tahayyül ediyorlar. Ve bunu bir amaç uğruna, dünyayı değiştirme uğruna yapıyorlar. Onun için bizim de gençlik bakış açımız bu. Bu perspektifle bakıyoruz gençliğe. Dünyayı değiştirebilme umudu olan, amacı olan herkes bizim için gençtir.

"DÖRT YILLIK EĞİTİM PROGRAMIMIZ VAR"

Bu gençlik tarifinden sonra yaptığınız çalışmalara geçmek istiyorum. Gençlerle ilgili ne tür çalışmalar yapıyorsunuz?

Anadolu Öğrenci Birliği
’nin şu anda Türkiye genelinde 77 tane üniversitede kurulmuş teşkilatı var. Bunlar dernek ve temsilcilik, kulüp veya öğrenci topluluğu olarak çalışmalarını sürdürüyor.  Bir üniversitede Stratejik Düşünce Topluluğu adı altında başka bir yerde Anadolu Öğrenci Birliği İl Şubesi olarak yürütürüz, başka bir yerde Düşünce Akademisi olarak... İstanbul’la beraber bizim 9 tane bölgemiz var. Bu 9 bölge kendi bağlı olduğu illeri koordine eder.

Biz iki türlü bir eğitim sistemine sahibiz. Birbirine paralel giden bir eğitim sistemine sahibiz, üniversite özelinde. Dört yıllık bir eğitim programımız var. Anadolu Platformu Eğitim Komisyonu’nun hazırladığı bir program. Bu programla bizim gençlerimiz İslami Kavramlar dersini almaya başlıyorlar. Daha sonra Siyer, Peygamberler Tarihi, Tefsir, İslam Tarihi, Fıkıh, Hadis, Ahlak, Akaid gibi dersleri alıp buradaki 4 yıllık eğitimlerini bitiriyorlar. Bu da Türkiye’de bizim yaklaşık 500 adet ders grubumuz var. Ve bu ders grupları 6’şar ve 8’er kişiden müteşekkil. Bu şahsiyetli insan yetiştirme amacımız, misyonumuz birinci ayağı daima vahiydir. Vahiy endeksli bir anlayıştır.

İkincil ayağı da dünyayı algılama, modern kelimesi artık hangi anlama geliyorsa, modern dünyayı algılama perspektifi sunmak için bir çabamız bir eğitim sistemimiz vardır. Bunun için biz Düşünce Akademisi diye İstanbul merkezli alternatif sosyal bilimler okulu kurduk. Buna okul diyoruz resmi bir şey yok ama alternatif bir sosyal bilimler okulu. Ve burada da aynen üniversitedeki gibi birinci, ikinci, üçüncü dönem dersleri var: Felsefe, Aydınlanma Tarihi, Müzakereli Dünya Tarihi, Jeopolitik, İslam Düşünce Tarihi, Düşünce Usulü, Siyaset Bilimi dersleri gibi bir çok ders vermekteyiz.

Düşünce Akademisi’nde hangi hocalar ders veriyor?

Hocalarımızdan ilk aklımıza gelenler şunlar: Ahmet Özcan Beyefendi var. Yrd. Doç. Dr. Ramazan Yıldırım, Ramazan Kayan (Anadolu Platformu Yüksek İstişare Kurulu Başkanı), Ümit Aktaş Hocamız, Prof. Dr. Cengiz Çakmak, Dr. Cemil Ertem (Ekonomist), Prof. Dr. Yasin Aktay, Doç. Dr. Bekir Berat Özipek, Nazif Deveci, Mehmet Hanifi Tosun (Anadolu Öğrenci Birliği Marmara Koordinatörü), Hüseyin Özhazar (Anadolu Platformu Koordinasyon Kurulu Üyesi), Psikolog Esen Gül ve Süleyman Orikli, Nazif Deveci, hocamız var. Ben de aynı zamanda Düşünce Akademisi’nde Modernite Tarihi diye bir ders veriyorum.


"SURİYE'DEN KAÇIP GELEN 600 ÖĞRENCİYLE İLGİLENİYORUZ"

Çalışmalarınızı anlatıyordunuz. Devam edelim lütfen...

Çalışmalarımızın temel iki ayağından bahsetmiştik birbirine paralel giden. Bunun yanısıra ciddi bir duyarlılık geliştirmeye çalışıyoruz gençler arasında. Mesela geçen yıl ve bu yıl da devam ettik aslında buna. Türkiye’nin en büyük sorunu bizce anayasa sorunu. O anayasa sorunuyla alakalı Anadolu Öğrenci Birliği çalışmasının bulunduğu tüm illerde 50’ye yakın ilde stantlar açtı ve 100 bine yakın anayasa teklifi topladı. Ve burada görüş ayrılığı gibi bir şeyi önemsemedi. Herkesten gelen teklifleri dosyaladı Türkiye Büyük Millet Meclisi Anayasa Komisyonu’na yolladı.

Yine sosyal meselelere duyarlılık noktasında Suriye meselesi… İki yıldır 60 bine yakın insanın öldüğü ve hemen komşumuzla kader birliği yaptığımız bir noktada… İstanbul’la Şam arasında bir fark yoktur bizim nezdimizde. Halep’le Antep gibi. Suriye noktasında biz iki yıldır gündem oluşturmaya çalışıyoruz. Safımızı belli etmek namına. Sadece İstanbul’da üniversitelerde 20 bine yakın bildiri dağıttık. Resim, fotoğraf sergileri oluşturduk. Yine kermes düzenledik birçok üniversitede. Birçok sivil toplum kuruluşunun ortaklaşa hazırladığı “Suriye İçin Bir Ekmek Bir Battaniye” organizasyonunun alt çalışmasını biz gerçekleştirdik. Ve Şubat ayında 10 bine yakın büyük afişlerle tüm sokakları donatacağız. Toplum bunu duysun! Burada bir mezalim diyebileceğimiz bir şey yaşanıyor ve insanlar orada öldürülüyor. Ama ne yazık ki bu Türkiye’de gündemleşmiyor.

Suriye meselesi bu yıl ki ana gündem maddemiz. Türkiye’nin birçok yerinde Suriye Halkıyla Dayanışma Geceleri düzenledik. En son olarak da 2 Mart’ta Üsküdar Gençlik Merkezi’nde böyle bir gece düzenledik.

Yine şu an Suriye Halkıyla Dayanışma Platformu’nun koordinatörlüğü görevini bana verdiler ve bu görev dahilinde 15-22 Mart tarihleri arsında Türkiye’de Suriye Halkıyla Dayanışma etkinlikleri düzenliyoruz. Geceler, fotoğraf sergileri, kitlesel eylemler...

Anadolu Öğrenci Birliği’nin önemli özelliklerinden birisi şudur: Biz hiçbir çalışmamızda sloganla kalan bir çalışma yürütmüyoruz. Eğer biz topluma söz söylüyorsak biz onun arkasında bunu gerçekten destekleyecek ve sürekliliğini sağlayacak işler yapıyoruz. Mesela biz Gaziantep’te ve Kilis’te mültecilere yapılan yardımları koordine ediyoruz. Yine Türkiye’de okuyan Suriye öğrenciler var. Bu öğrencilerin barınma ihtiyaçları, Suriye’den kaçan ve buraya gelen öğrencilerin… Barınma ihtiyaçlarıdır, burs ihtiyaçlarıdır, buraya adaptasyon süreçleri var…

Suriye’den gelen kaç öğrenciye hizmet veriyorsunuz?

Şu an 600 öğrenciyle ilgileniyoruz. Tabi bu sayı her geçen gün de artacak. Eğer o kardeşlerimiz Türkiye’de okumayı tercih ederlerse de Anadolu Öğrenci Birliği’nin koordinatörlüğünde bu arkadaşların 4 yıl takip edeceğiz. Ve Türkiye’de minimum düzeyde sorun yaşamalarını sağlayacağız inşallah. Herhangi bir üniversitede olabilir. Yeter ki bir çalışmamız olsun. Çalışmamızın olduğu 52 tane ilimiz, 77 üniversite var bu 52 ilden herhangi birisi yeterlidir. Burada okurlarsa arkadaşlarımızı biz desteğimizi sonuna kadar sunacağız. Yine bu Suriye meselesiyle beraber Anadolu Öğrenci Birliği’nin önemli faaliyetleri arasında olan  “Neyi Kaybettiğini Hatırla” meselesi vardır İsmet Özel’den mülhem olarak.

"'NEYİ KAYBETTİĞİNİ HATIRLA' BİR MEDENİYET MESELESİDİR, FARKINDA OLMAKTIR"


Bu faaliyetiniz İsmet Özel’in “Neyi Kaybettiğini Hatırla” kitabı üzerinden mi oluyor?

Yok. Bu sadece başlık. “Neyi Kaybettiğini Hatırla” meselesi aslında bizim nezdimizde bir medeniyet meselesidir. “Neyi Kaybettiğini Hatırla” farkında olmaktır aslında. Ve farkında olanlar toplumun ya delileridir ya da velileri. Böyle de bir durum vardır. Bizde bu anlamda yılda dört tane sempozyum düzenliyoruz “Neyi Kaybettiğini Hatırla” başlığında. Bunlar Kutul Amare zaferidir. I. Dünya Savaşı’nda Osmanlılar’ın Kürdüyle, Türküyle, Arapıyla, Çerkeziyle kazandığı büyük bir zaferdir. Unutulmuştur bu zafer. Ve bunu sivil toplum kuruluşu olarak sadece Anadolu Öğrenci Birliği gündem etmiştir bugüne kadar. Ve Çanakkale’den sonra en büyük zaferdir. 

Diğer programlar ise Medine Müdafaası, Kudüs Müdafaası diğeri de Endülüs’tür. Bu dört şeyi “Neyi Kaybettiğini Hatırla” üst başlığıyla gençliğin gündemine sokmaya, toplumun gündemine sokmaya çalışıyoruz.

Yine bizim yıl içinde her bölgenin ve her ilin kampları var. Mesela İstanbul’da 2011-2012 eğitim-öğretim döneminin ilk sömestrında iki tane eğitim kampı yaptık. Biri ‘İnsanlık Tarihi’ kampıydı. Bunu hem kız hem de erkek öğrencilerimiz kendi aralarında yaptılar. Diğeri de ‘Siyer Kampı’.
Üniversitelerde ne gibi çalışmalar yapıyorsunuz?

Anadolu Öğrenci Birliği nihayetinde bir gençlik çalışması ve üniversite çalışması. Gençlerimiz, gönüllülerimiz üniversitedeki sorunlara karşı da çok duyarlılar. Yemekhane sorunundan tutun yurt sorununa kadar ya da hocalardan kaynaklı sorunlara kadar. Bir yerde bir sıkıntı, bir hata varsa biz orada sesimizi yükseltmeye çalışıyoruz. Bir de üniversite gençliğine vizyon kazandırmak için üniversitelerde sempozyumlar düzenliyoruz. Üniversitelerde fotoğraf ve kitap sergileri açıyoruz. Bazı dönemlerde üniversitelerde stant açıp buralarda broşür, bilgi, belge dağıtmaya kitap hediye etmeye çalışıyoruz. Ve bunu yaparken de ötekileştirici bir dil kullanmadan“biz” dilini kullanarak yapmaya çalışıyoruz.

Biz aynı coğrafyada aynı fakültedeyiz aynı sokaktayız bunu biliyoruz. Bizim yaptığımız tek şey şu: Biz iyiliği emrediyoruz kötülükten de sizi ayrı koymaya çalışıyoruz. Aynı zamanda kendimize de iyiliği emredip kendimizin de kötülükten ayrı konulması için uğraşıyoruz. Söylediğimiz her şeyi yapmaya çalışıyoruz. Genel bir tabirle derdimizin olduğunu bunun nedeninin de imanımızın bir dert oluşturduğunu, derdi olanın davası davası olanın da bir iddiası olduğunu düşünüyoruz. Ve bu minvalde İstanbul’da ve tüm Anadolu illerinde çalışmalarımızı kararlılıkla sürdürüyoruz.

"'COĞRAFYAMIZI YENİDEN DÜŞÜNMEK' ADIYLA KONFERANSLAR DÜZENLİYORUZ"

Uluslararası yaptığınız çalışmalarınız olduğunu biliyoruz. Bu çalışmalarınızı bizimle paylaşır mısınız?
Anadolu Öğrenci Birliği olarak 5 yıllık programımız var, “Coğrafyamızı Yeniden Düşünmek”diye. Anadolu Öğrenci Birliği’nin oluşturduğu bölge vizyonuyla alakalı olarak bu program yapılıyor. Türkiye’nin tarihi ve coğrafi olarak kader birliği yaptığı bir devletler topluluğu -halk topluluğu demek benim açımdan daha doğru- var. Bunu Orta Asya’dan Balkanlara, Balkanlardan Ortadoğu’ya kadar götürebiliriz yakın coğrafya olarak. Biz Anadolu Öğrenci Birliği olarak bu coğrafyadaki gençlerin birbirini tanıması için “Coğrafyamızı Yeniden Düşünmek” adıyla çeşitli konferanslar düzenlemeye çalışıyoruz.

İlki geçen yıl Şubat ayında oldu. “Kuzey Afrika ve Ortadoğu Sistemi” diye. Devrimlerin yaşandığı ülkelerin temsilcilerinin katıldığı bir konferans düzenledik İstanbul’da. Her ülkenin gençlik liderleri geldi buraya.

Şimdi yakın bir tarihte “Doğu ve Batı Arasında Balkanlar” veya “Rumeli’yi Şahane” konferansı düzenleyeceğiz. Buraya da her ülkenin genlik liderleri, temsilcikleri gelecek. Üçüncü adımda Orta Asya’yla alakalı İstanbul’da bir konferans düzenleyeceğiz. Dördüncü adımda Mısır’a gideceğiz. Balkanlardan, Orta Asya’dan ve Türkiye’den gelen gençler Kahire’de buluşacak. Beşinci adımda Saray Bosna’ya gideceğiz. Oraya da Orta Asya’dan, Kuzey Afrika ve Ortadoğu’dan, Türkiye’den gelen gençler gidecek. Altıncı adımda Bakü’ye gideceğiz. Balkanlardan, Kuzey Afrika ve Ortadoğu’dan, Türkiye’den gelen gençler bu sefer Bakü’de buluşacak. Ve yedinci konferans Türkiye’de olacak, 5. yılın sonunda. “Coğrafyamızı Yeniden Düşünmek” üst başlığında yapılacak. Geniş katılımlı bir organizasyon olacak. Hem ülkelerin akil adamları, siyasetçilerinin geldiği hem de o sürekli görüşülen gençlerin yine bulundukları gençlik örgütlerinin, teşkilatlarının yine yeni temsilcilerinin geldiği geniş kapsamlı konferans düzenlenecek. İnşallah muradımız odur ki o konferanstan sonra gençleri koordine edebilecek bir koordinasyon –iletişim- merkezinin kurulması. Nerede kurulmuş çok önemli değil.  Bu beş yıllık çalışma ve bu çalışmanın daha ileriye taşınması için networkun sürekliliğini sağlamak için bir koordinasyon merkezi kurmak istiyoruz.

"BİZ GENÇLERE SORUMLULUKLARINI DOĞRU BİR ŞEKİLDE ANLATABİLİRSEK O GENÇLER DE DOĞRU ADIMLARI ATACAKLARDIR"

İnsan gençken daha savruk, daha gözü kara, daha hesapsız oluyor… Bu anlamda gençlerin doğru yönlendirilmesi zorunlu oluyor. Gençlere kılavuzluk yaparken, örnek olurken hareket ettiğiniz temel dinamikleriniz (değerleriniz) nelerdir?

Sorunuzun giriş kısmında gençleri şöyle tanımlıyorsunuz: Gençlerin daha gözü kara olmaları. Bunun temel nedeni de aslında sorumluluklarının farkında tam olmamaları. Bir insan eğer sorumluluğunun tam anlamıyla farkında değilse daha başı buyruk olur, daha asi olur. Eyvallah. Ama bir kişi –bu genç olur ya da bir başka kişi olur- sorumluluklarının farkında olursa atacağı her adımın hesabını verir. Gençte bunu yapar. Eğer biz gence –bu yanlış anlaşılmasın- sorumluluk, değişimciliğin, ilerlemeciliğin iyilik arayışının önüne bir engeldir diye söylemiyorum tam tersine eğer biz sorumluluk anlayışını, görevlerini gençliğe doğru bir şekilde anlatabilirsek ve onlara ne olduğunu, hangi fıtrat üzere yaratıldıklarını hatırlatır ve bu fıtratı onlarda inkişaf ettirebilirsek o gençler de doğru adımları atacaklardır. Başına buyruk adımlar değil. Yine heyecanlı olacaktır yine asi olacaklardır ama yaptıkları iyiye tekabül edecekler. Ve geleceklerini töhmet altına almayacaklardır. Kendi geleceklerini inşa edeceklerdir, yıkmayacaklardır. Ne yazık ki gençler bu özelliklerinden dolayı kullanıldılar. 68 Kuşağını herkes övgüyle anlatır. Ama 68 Kuşağı bir kayıplar kuşağıdır aynı zamanda. Bu topraklara faydası olacak insanların katledildiği, öldürüldüğü bir kuşaktır.

"BUGÜNKÜ GENÇLİK POLİTİZE BİR GENÇLİKTİR"

Peki günümüz gençlerinin politik duruşunu nasıl buluyorsunuz? Gençlerin siyasi tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bugünkü gençlik politize bir gençliktir. Aktif olup-olmamak meselesi var
. Politik ama ne kadar aktif? Bugünkü gençliğin çoğu siyasi bir görüşe sahip. Ama bu siyasi görüş eğer diyelim ki biz 68 Kuşağını değerlendirirken nasıl değerlendiriyoruz mesela. 68 Kuşağının temelini de bir türü analiz edemedik. Biz Anadolu Öğrenci Birliği olarak bunu da analiz etmeye çalıştık. Bu da analiz edilememiş sloganlarla yürüyen yakın tarih anlayışı.

68 Kuşağı çok ilginç bir serüvene sahiptir. Altın-dolar ilişkisiyle ortaya çıkmış bir serüvendir. Amerika’ya altın verip dolar satın alabiliyordunuz ya da dolar verip altın alabiliyordunuz. Ve Rusya ve Fransa bu dengeyi bozabilmek, Amerika’nın gücünü bozabilmek için bir koalisyon kurdular Dögol döneminde ve bu dengeyi bozdular. Dengeyi bozunca Amerika bunlara karşı bir sağcı hareket başlattı. Ve tabi ki Rusya’da solcu hareket başlattı. İlginçtir Türkiye’deki sol hareket Fransız solculuğudur. Yani buna bakalım ya da dünyadaki sol harekete bakalım. Figürler, tasarımlar, sloganların menşei ve komünist, sosyalist slogan anlayışı vardır ama bunun PR’ının nasıl yapıldığına baktığımız zaman Fransız anlayışıyla yapılmıştır. Che Guevara posterlerinin tasarlanışından tutun, prosunun tutuşuna kadar ya da sloganların üretilişine kadar Fransız PR’ı vardır bu işin içinde. Ve genel geçer değimle gençler politize edilmiştir. Kimin için edilmiştir? Bu soruyu sormak lazım. Yani o gençler kullanılmıştır. Eğer politize olmak böyleyse bu çok kötü bir şeydir. Ve kurban edilmişlerdir.

"TÜRKİYE’DEKİ BİRÇOK İSLAMİ HAREKET 80’DEN SONRA ÇOK CİDDİ ÇALIŞMALAR YAPMIŞTIR"

80 sonrası gençlik için apolitize oldular şeklinde söylenen bir klişe var. Bu manada Türkiye’de yıllarca gençliğin önüne birtakım idealler servis edildiğini ama yapılanların genellikle bunların anlatılmasından ibaret kaldığını görüyoruz. Bu anlamda geleceğin inşası için gençlere ne yapmak gerekiyor?

Apolitize olmadılar. Şimdi düşünün: Bir nesil kullanıldı. Apolitize oldular demek çok ağır bir itham olur.

Dediğiniz nokta çok önemli. Gençlerin o özelliğinden hareketle; hareketliliğinden, değiştirmeci isteğinden, devrimci niteliğinden dolayı gençlere birileri bir vizyon çizdi bir misyon ekledi bu gençler görevlendirildi. Ve daha sonrada gençler kullanıldıklarının farkına vardığı zamanda iş işten geçmişti. Bunun en acı tecrübesi de 68 Kuşağı tecrübesidir.
Gençler 80’den sonra niye apolitize oldu? Bunu bir de şöyle düşünün: Mesela Garaudy’in makinaya Müslüman toplulukların bakış açısıyla alakalı bir düşüncesi vardır. Tartışılır bu düşünce ama çok önemli perspektif çizer. Garaudy der ki; Müslümanlar makinayı hep yok edici olarak gördüler. Hindistan’da buhar makinası yok edici, İngiltere’de kömür ocaklarının kendisi de kendi insanını yok eden bir şey, Cezayir’de Fransızların makinayla yaptıklarını gördü İslam ümmeti, sonra Afrika’da yaptıklarını da gördü. Dolayısıyla makine iyi bir şey olsa dahi onu hep kötü olarak gördüler ve makinadan, makineleşmeden uzak durdular. Çünkü yok edici olarak gördüler onu. Bu yanlış ya da doğru diye söylemiyorum, bir perspektif çizmesi açısından söylüyorum. Siz de şöyle düşünün; bir gençsiniz ve sizden önceki gençliğin politize edilerek kullanıldığını öldüğünü, öldürüldüğünü; babanızın öldüğünü düşünü o dönemde, amcanızın öldüğünü, yakın akrabalarınızın öldüğünü düşünün. Ve sonra ailenizle beraber bu gençlerin boşu boşuna öldüğünü düşünün sizinle beraber.
80 darbesi oluyor birden anarşi bitiyor, ne oldu? Nerede bu gençler? Gerçekten böyleyse ya da bu güç odakları nerede, ne oldular? Aslında hâlâ cevaplanamayan sorular var. Aslında cevaplanan ama insanların bir türlü kendilerine söyleyemediği sorular var. Siz ne yapardınız? Kullanılmaya devam mı ederdiniz? Etmezdiniz. Bu önemli bir şeydir. Kötüyse bir şey siz onu bırakırsınız. Aslında çok akıllıca bir iş yapmıştır. Eğer politize olmamışlarsa da çok akıllıca bir iş yapmışlardır ki bence gençler kendilerini de öyle de bırakmamışlardır. Mesela 80 darbesinden sonra Anadolu Platformu Hareketini oluşturan Zekeriya Şengöz’ler vardır. Üniversitede öğrenci oldukları zamanda tevhit anlayışlı İslami bir çalışma başlatmışlardır. 28 Şubat darbesine kadar da sürmüştür. Yani bu da büyük bir haksızlık ve sayısal olarak da keyfiyet olarak da çok ciddi rakamlara ulaşmıştır bu hareket. Ve yine Türkiye’deki birçok İslami hareket 80’den sonra çok ciddi çalışmalar yapmıştır. Bunun en bariz örneği bugündür.

"MÜSLÜMAN GENÇLER TÜRKİYE’DE BAŞ ROLDELER AMA NE YAZIK Kİ SENARYOYU YİNE BAŞKALARI YAZIYOR!"

Peki, 80’den sonra İslami hareketlerin önünün açılması bir proje miydi?

80’den sonra bir “Yeşil Kuşak” projesi var. “Yeşil Kuşak” projesi sürdürülmüştür. Bu özellikle Sovyetlerin dağılışına kadar yapılmıştır. Ve Sovyetlerin dağılışından sonra yapılan açıklama neydi hatırlayalım: “Artık düşmanımız kızıldan yeşile dönmüştür” açıklamasıyla Müslümanlara başka bir rol biçilmiştir. İşte aynen de bu: Birileri Müslümanlara rol biçiyor. 

Şimdi bugün diyebiliriz ki 68 Kuşağı gençlerine “kızıl rol” biçildi, 80’den sonra bir “yeşil rol” biçildi, 90’lardan sonra da “renksiz, liberal rol” biçildi. Demin söyleyecektim, unuttum. Yani gençlerin komünist olması ya da olmaması, İslamcı olup-olmaması bunların politik görüşü olup-olmadığı anlamına gelmez. "Soft ideolojiler" diye bir mantık vardır. "Hart ideolojiler" ve "soft ideolojiler" diye bir terim vardır. Ve liberalizm soft ideolojidir. Aslında bazı yerlerde sert olmuştur ama bu gün soft bir ideolojidir Türkiye’de. Bunlarda bunu seçmiştir, politiktir aslında bu seçiş tarzı da. 90’dan sonra da renksiz bir seçim gençlere bakış açısı sunmuştur. Ve bu da “modern dünya sistemi” diyebileceğimiz Wallerstein’den mülhem olarak tüketim endeksli bir vizyon sunmuştur bu sefer gençlere. Ve gençler buna acayip şekilde katkı sağlamışlardır. 0.99 dolarlık uygulamaları satın almaktan, aç kalmayı seçip ya da organlarını satıp –bunu Türkiye için konuşmuyorum daha genel- akıllı telefon almayı ayfon almayı, galaksi S3 olmayı vesaireyi düşünen yeni bir nesil türetmiştir. Yine bu yeni nesil proje olarak türetilmiştir. Tıpkı 68’deki, tıpkı 80’deki gibi ne yazık ki. Yani gençlere birileri bir rol vermiştir ve gençlerde o rolü oynamıştır. Bu rolü oynarken de zannetmişlerdir ki dünyayı değiştiriyorlar. Hayır, tam tersine egemen gücün kendisine biçtiği rolü güzel bir şekilde uygulamışlardır.

Müslümanlar nezdinde bu soruyu indirgersek, Müslümanlar bu senaryoda bugüne kadar –Müslüman gençler- figüran rolündeydi. Daha sonra figürandan yardımcı oyuncu rolüne geçtiler. Bugünlerde de başrol oyuncusu oldular. Ama değişmeyen bir şey var: Senaryoyu yazan değiller. Müslüman gençler Türkiye’de baş roldeler ama ne yazık ki senaryoyu yine başkaları yazıyor. Müslüman gençlerin en başta yapması gereken şey farkında olmak.Başka hiçbir şeye gerek yok. Bir şeyin farkında olmak zaten her şeyi çözüme kavuşturmanın ilk adımıdır. Biz farkında değiliz. Türkiye’deki Müslüman gençler hâlâ bir senaryonun içinde oluşunun farkında değiller. Bir kısmı istisnadır tabi. Herkes böyle bir kategoriye sokmak haksızlık olur. Ama çoğu net bir şekilde söylüyorum fakında değildir. Hele diğer gençlik kitleleriyle bunu değerlendirdiğimiz zaman bu senaryonun hiç farkında değillerdi. Kendilerine biçilen rolü güzelce oynuyorlar. Bunun farkına varmak için çok ciddi bir şekilde müzakereli okumalara ihtiyacımız var. Bakın okumak. Birincil faktörümüz bu olacak.

Biz Anadolu Öğrenci Birliği olarak bir çalışma başlattık, “Şehri Yeniden Düşünmek ve Küreselleşmeye Yer Bulmak, Gelecek Egemenlik Tasavvuru” diye. Bu yukarıda sözünü ettiğimiz dertten dolayı ortaya çıkmış bir çalışma. Biz gençlerimizin yeniden bir oyunun figüranları ya da başrol oyuncusu olmaması için bu okuma serüvenini başlattık. Yeni dönemde egemenlik tasavvuru nasıl olacak? Devlet anlayışı nasıl değişecek? Devlet denilen şey kalacak mı? Ulus-devlet nasıl değişecek? Kapitalizm kalacak mı? Küreselleşme denilen şey kalacak mı? Ve bunu yaparken de yeni bir disiplin, bazılarına göre multi disiplin dedikleri ya da bazılarına göre tek disiplinin bu olduğu bir bakış açısıyla bunu yapmaya çalışıyoruz. Buna biraz daha özgürlükçü bakan biraz daha dünya sisteminin varlığını düşünerek bu işi yapan başka bir güç var işin içinde. Evet, bu gücü değiştirecek tek şey de insan faktörüdür. Bunun da farkında olan bir okuyuş, okuma tarzı geliştirdik. Ve bu müzakereli okumalarda hem yeni dünyayı algılamaya çalışıyoruz hem de sosyal bilimleri yeniden düşünüyoruz. Ve şehir merkezli konuşuyoruz. Bunu konuşmak çok erken ama bir 10 yıl sonra biz şehri konuşmaya başlayacağız. Şehir merkezli devleti konuşmaya başlayacağız. Bunun için okumak şart, okuyacağız.

"GENÇLER ARTIK SORGULUYORLAR"

Geçmişe nazaran gençlerde bir dertsizlik, amaçsızlık, vurdumduymazlık, başıboşluk mu var? Türkiye’deki gençlerin bugün en büyük derdi nedir sizce?

Ben şu görüşe her zaman karşıyım: “Gençler artık şöyle şöyle değil”. 10 yıl önce de böyleydi, 20 yıl önce de böyleydi, 100 yıl önce de... Sorunlar vardı fakat sorunların şekli biraz farklıydı. Ya da aynı sorunlar farklı formlarda vardı. Böyle bir durum yok. Gençler geçmişte böyleydi şimdi böyle. Bugün bir sürü artısı var bu gençlerin. Daha iyi bakıyorlar olaylara, daha iyi süzüyorlar, inanmıyorlar. İnanmamak önemli bir şey. Sorgulamak önemli bir şeydir. Artık gençler sorguluyorlar. Geçmişte sorgulamıyorlardı. Yani kullanılabilirlilik iyi bir şey midir? Hayır, değildir. Kusura bakmasın kimse. Ha burada bizde sorun var. Sorumluluk sahibi insanlarda sorun var. Biz kaç gence ulaştık ve kaç genç bizden yüz çevirdi. Gelin bunu konuşalım!

Biz sahada olan bir gençlik teşkilatıyız. Sahadayız ve insanlarla ilgileniyoruz. Davetimiz insanlara gidiyor mu gitmiyor mu iyi biliyoruz. İnsanlar kabul ediyor mu etmiyor mu iyi biliyoruz. Bizim sorunumuz gençler değil bizim sorunumuz insana ulaşmamak. Ulaşamadığımız takdirde genç kitleler de tabi ki kötü olacaktır. Biz ulaştıktan sonra kötü oluyorlarsa sorun vardır. Ama biz ulaşmadık daha.

"SORUMLULUK SAHİBİ İNSANLAR GENÇLERE MAKSİMUM DÜZEYDE ULAŞMAK İÇİN ÇABA SAR ETMİYORLAR"
Türkiye’de gençlerle ilgili çalışma yürütenler gerçek mana da gençlere ulaşabiliyor mu sizce? Buradaki sorun nedir?

Bu Türkiye genelinde olan bir şey. Sorumluluk sahibi olan insanlar gençlere maksimum düzeyde ulaşmak için çaba sarf etmiyorlar. Bunu yapmamız lazım. Tüm imkanlarımızı gençlere ulaşmaya onların dünyasına girmeye yönlendirmeliyiz. Bunu yaptığımız zaman bu sorun gidecek.
Bir de karşı olduğumuz diğer bir şey; “genç”le “sorun” kelimesini sürekli yan yana kullanmak. Yani kullanmayalım. Hep şu sorular soruluyor “gençlik ve sorun”. İstemiyoruz. Dünyayı değiştiren kişidir genç. Bu sorunlu olmaz ki. Herkesin sorunları vardır, gençlerin sorunları birbirine yapışık ikizler gibi anılması hoşumuza gitmiyor. Başkasının da sorunu vardır. Genç’in sorunu niye göze batar biliyor musunuz? Önde olduğu için göze batar. Onun iyi bir özelliği ona kötü olarak yansıtılmamalı. Öndedir ve önde olanın yaptığı en ufak hata görünür. Ama arkada olanlar daha büyük hatalar yapsalar da görünmez. Gençler toplumun önünde oldukları için bu hatlar sürekli görünür ve sürekli “gençlik sorunları”, “gençlik sorunları” diye bahsedilir… Hayır, gençler bu ülkeyi değiştiren topluluktur. Bu ülkeyi değiştirecek topluluktur. Bu toprakları, bu coğrafyayı yeniden şekillendirecek topluluktur. Hata da yapabilirler doğru da yapabilirler. Ama bunu gençler yapacaktır. Sürekli sen “sorunlu, sorunlu, sorunlu…” dersen, bir adama kırk defa deli dersen o adam deli olur. O yüzden biz bu şeyin bir an önce aşılmasını istiyoruz. Gençlik, gelecek! Biz bu iki kelimenin yan yana olmasını istiyoruz. Gençlik ve gelecek.
Gençlerle ilgili çalışmalarınızı yürütürken gelenekten nasıl besleniyor, geleceğe nasıl bakıyorsunuz? Geçmişinizle bağlarınız nasıl?

Bizim geçmişe karşı bakış açımız geçmişi reddetmemeyi içerir. Biz geçmişimizi sahipleniriz.

Bakın ben Anadolu Öğrenci Birliği daha yeni yeni filizlenirken bir metin kaleme almıştım. Çok eski tarihli bir metindir. Bu sorunun cevabını da yazdığım o metinden verebiliriz. ‘Güç ve şuurunu geleneğinin sarsılmaz duruşundan alıp, geleneğini de eleştirebilen temel anlayış ve bakış açısını muhasır medeniyetler üzerine çıkarabilmek için tarihi çıkarımlarıyla tarihin üst prototiplerini çizebilen bir gençlik hareketi olacaktır’ diye bir şerh düşmüşüz ya da bir açıklama getirmişiz Anadolu Öğrenci Birliği’ne. Geçmiş ve gelenek bizim geçmişimiz, biz buna sahip çıkıyoruz ama hatalarına değil. Bizim geleneğe ve geçmişe bakış açımız da böyle.

"TÜRKİYE’DE SORUNLARIN TEK KAYNAĞI VARDIR O DA ULUS DEVLETTİR"

Türkiye’de yakın zamana kadar özgürlüklerle ilgili ciddi sorunlar yaşanıyordu. Bu sorunların birçoğuyla ilgili adımlar da atıldı gelinen süreç içerisinde... Türkiye’de özgürlüklerle ilgili neler düşünüyorsunuz?

Türkiye’deki özgürlük sorunun tek kaynağı vardır o da ‘ulus-devlettir’. Bunu 1789 Fransız Devrimi’ne de, I. Dünya Savaşı’ndan sonra da yenilmişliğimize de bağlayabiliriz. Neye bağlarsak bağlayalım Türkiye’deki özgürlüğe dair tüm sorunların kaynağı ‘ulus-devlet’ yapılanmasıdır. ‘Ulus-devlet’ yapılanması oligarşik bir düzen kurmuştur Türkiye’de. İsmi demokratiktir bu düzenin. Hem oligarşik hem de halka rağmen halkçı ve ‘kerim devlet’ mantığından uzak – Osmanlı’nın kuruluşundaki o ‘kerim devlet’ mantığından uzak-, bir ‘kurt devleti’ yine Kemal Tahir’den mülhem olarak olaylara bakan bir devlet anlayışının özgürlük üretebilme ihtimali yoktur. Onların üretebileceği tek şey baskı ve totaliterliktir. Ve bu baskı ve totaliterlik bir süre sonra vehimlere neden olmuş ve vehimlerle bu baskı ve totaliterlik devam etmiştir. Bu sefer zannetmelerle devam etmiştir. Ama Türkiye’de halkın aklı, halkın kalbi, sağduyusu bunları aşmıştır.

Osmanlı’da İslam aklının, Müslüman aklın istikametini ve nasıllılığını belirleyen iki figür vardır. Biz bu iki figürü cumhuriyet dönemi Milli Eğitim sayesinde hep yanlış anladık. Birisini fıkra olarak anladık, birisini aşk şairi olarak anladık. Yunus Emre ve Nasreddin Hoca. Bu ikisi de Müslüman halk topluluğunun, Müslüman aklın istikameti ve nasıllılığının en büyük göstergesi olmuştur. Yunus demiştir ki “Ben rahmeti aramak için göğe baktım. Baktım ki rahmet bana yerden de yağıyordu”. Yani rahmet “gökten, üstten, yüceden, üstünden” oluşan bir şey değildir. Yerdedir. Sıradan olandadır, halktandır. Bu bize bir bakış açısı, nasıllılık belirler. Nasreddin Hoca da göle maya çalar. Göle niye maya çalar? Der ki ben olmasa da bir iş için elimden geleni yaparım sonucu Allah’a bırakırım. Ya da kendi bindiği dalı kesmeyi biz hep yanlış anladık yanlış okuduk. Bir ağacı gürleştiren onu budamaktır. Nasreddin Hoca der ki ben ağacın gürleşmesi için o ağacı budarım velev ki bana zarar vermesin, yeter ki o ağaç büyüsün. Topraktan gelen o ağaç büyüsün. İşte İslam aklının nasıllılığının ve istikametinin başka bir göstergesidir. Ve Nasreddin Hoca'nın da Yunus’un da en büyük özelliği de halktan olmasıdır. Ve yine o halkın aklı, sağduyusu, kalbi, vicdanı artık ne dersek diyelim bu sorunların hepsini aşmıştır. Menderes, Turgut Özal, Erbakan hocanın döneminde aşmaya çalışmıştır. Şu an AK Parti döneminde aşmaya çalışıyor. Burada saydığım isimlerin her biri semboldür ama önemli olan bunu aşanın halk olmasıdır. Bugün eğer ulus-devletten kurtulacaksak nasıl kurtulacağız? Halklarımızın o kader birlikteliği yaptığı gerçekliliğiyle kurtulacağız. Yani benim Suriyeli Hüsam’dan hiçbir fakım yoktur, benim Bosnalı Sedat’tan hiçbir farkım yoktur, benim Azerbaycanlı Cengiz’den hiçbir farkım yoktur, benim Tunuslu Semih’ten hiçbir farkım yoktur. “Onlar bendir, ben de onlarımdır” dediğimiz an ulus-devlet yerle bir yeksan olacaktır ve bunu halk yapacaktır. Bunu halk yapmaya çalışıyor ve bunun karşılığı olarak da devlet aklı bunu yapmak zorunda kalıyor. Halk istemese bunlar olmaz.

Bugün Türkiye’nin son 30 yıldır devam eden kadim sorunlarından birisi çözülmeye çalışılıyor. Burada evet siyasi irade çok önemlidir ama siyasi iradeyi güçlü kılan halkın iradesidir. Siyasi irade halkın desteğini almazsa o siyasi iradenin hiçbir kıymeti harbiyesi olmaz. Ama halk buna sahip çıkıyor. Siyasiler halk sahip çıktığı için sahip çıkmaya çalışıyorlar veya sahip çıkıyorlar. Ama halk bir gün desteğini çekerse ki böyle bir şey olmayacak çünkü o kadim kardeşliğin farkına varıldı. O İslam kardeşliğinin farkına tekrar varıldı acı tecrübeler sonucu da olsa… Bu sorun da çözülecek inşallah. Ve halk tek tek işte Kürt sorununu çözecek, ilerde sınırlar var ya birilerinin aramıza koyduğu sınırları da kaldıracak.

Biz kardeşlerimizle tekrar tek sınırda, gönüllerin çizdiği sınırda yaşamaya devam edeceğiz. Ama dediğim gibi bu sorunların tek kaynağı ulus-devlettir. Onun için ulus-devleti inkar edeceğiz. Bu üniter devlet yapılanmasını inkar edeceğiz. Hiyerarşik devlet yapılanmasını, bürokratik devlet yapılanmasını inkar edeceğiz. Bunları değiştirmek için gücümüzün sonuna kadar da mücadele edeceğiz. Biz özgür bir ülke istiyoruz. Biz insanlarının birbirine kardeş olduğu dile, dine, ırka bakmadan insanların konuşabildiği; insanların güce, otoriteye ya da herhangi ‘başkaya’ kurban edilmediği bir ülke tahayyül ediyoruz. Bıktık, usandık bundan… Hakikaten biz özgürlüğü istiyoruz. Şeriati’nin deyimiyle “özgürlüğe de ekmeğe ve suya muhtaç olduğumuz kadar da muhtacız”. Bunun muhtaçlığı da bize ekmeği de suyu da verecektir. Biz özgürlüğe kavuştuğumuz an ekmeğimiz ve suyumuz olacaktır. Ve tek tek o prangalardan da kurtuluyoruz inşallah.

"ANAYASAMIZ ‘AMASIZ’ VE ‘ANCAKSIZ’ OLMALI"

Söylediklerinize binaen yapılacak yeni anayasada nelerin olmasını isterseniz? Yeni anayasayla ilgili istekleriniz nelerdir?

Genel olarak değinmediklerim dışında birkaç tane özel şey söyleyeceğim: Bir, vatandaşlık tanımı. Bunun düzeltilmesi gerekiyor. Türk vatandaşlığı nedir? Böyle bir şey yok. Biz ırk üzerine bir vatandaşlık tanımı getiremeyiz. Bir defa böyle bir tanım olmaz.

Bir diğeri değişmez denilen kurallar var. Yok böyle bir şey. Devlet millet için vardır. Ve devlet bir araçtır. Asıl olan millettir. Millet istediğini değiştirir istediğini değiştiremez. Sen bunu millete dayatamazsın. Millet ne istiyorsa o. Değişmezlik denilen bir ilke yoktur.

Bir diğeri üniter-devlet mantığı… Anayasadaki bu üniter devlet denilen maddelerin geçtiği her şeyden vaz geçeceğiz. O tür maddelerin hiçbirisi olmayacak. İnsan merkezli bir anayasa olacak, devlet merkezli değil. Yine her şey ulus-devlete dayanıyor.
Yine güvenmezlik denilen bir şey deniliyor anayasada. Mesela açın 24. maddeyi… İnsanların şu şu hakları vardır ama şuna şuna muğayir olmadıkları sürece. Yok böyle. Anayasada ‘ama’yla devam eden, ‘ancak’la devam eden maddeler olmayacak. Özellikle de özgürlüklerle alakalı. Anayasamız ‘amasız’ ve ‘ancaksız’ olacak.

Bir de anayasanın dili mevzusu var. Anayasa toplumsal bir sözleşmedir. Bakın anayasa toplumsal sözleşmedir. Anayasa devletle millet arasındaki sözleşme değildir. Üstünü basa basa çiziyorum. Anayasa milleti oluşturan bireylerin birbirleriyle arasındaki anlaşmadır. Biz anayasayı da yanlış anlıyoruz. Devletle millet arasındaki sözleşme. Yok böyle bir şey. Milletin kendi iç sözleşmesidir, toplumsal sözleşmesidir. Buna da dikkat edeceğiz anayasada.

Diğeri anayasanın diliyle alakalı. Anayasa eğer toplum sözleşmesiyse benim nenem de okuduğu zaman anlayacak ben de okuduğum zaman anlayacağım. Beni de ilgilendiriyor benim ninemi de ilgilendiriyor, babamı da amcamı da herkesi ilgilendiriyor. Herkes okuduğu zaman rahatlıkla anlayacak. Ve çok uzun olmamalı. 30 maddeyi geçmemeli. Zaten 30 maddeyi niye geçiyor o ‘ama’lar ve ‘ancak’lar nedeniyle. Milletine güvenmeyen bir mantıkla yazıldığı için. Sürekli millete maraza gözüyle, sıkıntı çıkartabilirler diye bakılmış. Böyle bir devlet yok ki! Böyle devlet olmaz olsun. Milletine güvenmeyen devlet olmaz olsun.

Devlet nedir temelde?: Güçlüler arasında dengeyi korur ve güçlülerin güçsüzleri zulmetmesini önler. Devletin en gelir geçer tanımı budur.  Birçok tanımı var ama en temel tanımı budur. Bunu yapmıyor ki. Güçsüzlere en fazla zulmeden devlet. O zaman o devlet sadece ismen vardır. O devlet gayri meşru bir devlettir. Şimdi o meşru hale getirilmeye çalışılıyor. Bunun da tek bir çözümü var: Millet merkezli yeni bir anayasa yapmak.

"ÖNEMLİ OLAN BU ÜLKEDEN NE İÇİN ÇIKTIĞIN"

Bir araştırma sorusuyla devam edeceğim: Yapılan araştırmalara göre Türkiye’deki gençlerin büyük bir çoğunluğu imkânı olsa yurt dışına gidebileceğini ve orada yaşayabileceğini söylüyor. Gençlerin Türkiye’den gitmek istemelerini nasıl yorumluyorsunuz?

Bunun en büyük nedeni eğitim kalitesizliği. Bir defa böyle bir gerçeklik var. Kaliteli bir eğitim verilmediği zaman mecburen yeni bir eğitim anlayışı yeni bir formasyon için gençler yurtdışını tercih ediyorlar. Bu noktada Türkiye kendisini çek etmelidir.

Bir taraftan da yurt dışına çıkmak çok kötü bir şey değildir. Yurt dışına çıkmak, gezmek güzel bir şeydir. Yeni bir dil öğrenmek güzel bir şeydir. Ama bu bizim ülkemizin eksikliğinden kaynaklanmasın. Yeni bir şey öğrenmekten doğan istekten dolayı kaynaklansın. Önemli olan niçin çıktığın? Yoksa yeni yerler görmek, yeni insanlarla tanışmak, yeni diller öğrenmek, eğitimini geliştirmek çok iyi ve güzel bir şeydir.

"ÖNEMLİ OLAN İLETİŞİM ARAÇLARINI NASIL KULLANDIĞINDIR"

Bugünkü gençlerin hepsi televizyonla büyüdü. Şimdi buna bir de sanal dünya eklendi. Gençlerin algılamaları, hayal dünyaları, zihinlerinin çalışması, bakışları, görüşleri, kodlamaları, hepsi görsel ya da sanal dünyanın kurallarına göre şekilleniyor. Bu dünyanın nimetleri ya da kötülükleri gençleri nasıl etkiliyor? Bu anlamda gençlere neler yapmalarını tavsiye edersiniz?

Şimdi bir odada oturuyoruz ve sohbet ediyoruz. Bu odada şu an ikimiz varız ve iyi şeyler konuşuyoruz. Biraz sonra kalkacağız ve namaz kılacağız bu odada. Ne olacak? Bu odada namaz kılınmış olacak. Sonra Kur’an okuyacağız, Allah’ı zikredeceğiz, tefekkür edeceğiz. Daha sonra oturacağız gençlerin sorunlarını çözmeye çalışacağız. Üniversitede bursu yoksa burs bulmaya, evi yoksa ev bulmaya buradaki ‘sorun’ daha farklı bir kelime. Bunlara çözüm bulmaya çalışacağız. Sonra gençler gelecek çay içip muhabbet edeceğiz. Böyle bir odada yaşıyoruz. Ya da bizim dışımızda iki kişi bu odaya geldi burada içki içtiler. Daha sonra akşam oldu (şehvetli) eğlence düzenlediler, daha sonra burada kavga ettiler birbirini bıçakladılar. Bu odanın sorunu mu bu yoksa odayı dolduran ve oranın kullanış şekli mi sorun? Bir defa bunu bir düşünelim. Bu, odanın –mekanın- sorunu değil. Bu mekandaki insanın burayı nasıl kullandığının sorunu. Bizim teknolojiye bakışımız da böyle. Nasıl kullanırsak teknoloji öyle iyidir. Ya iyidir ya da kötüdür. Eğer biz teknoloji denilen nimeti eğer iyi anlamda kullanıyorsak bu iyi olacaktır. Ama teknolojiyi kötü anlamda kullanacaksak o kötü olacaktır. Her türlü adet, edevat, araç için geçerli bu.
Sosyal medya veya diğer iletişim araçları nihayetinde birer araçtır. Ve bu araçları sen nasıl kullanıyorsun? Önemli olan budur. İnsanlık mirası denilen şey şu değildir: Teknolojiyi batı buldu diye bu batının değildir. O mirasta benim de katkım çoktur. Gayri müslimler buldu diye bu gayri müslimlerin ürünü değildir. O mirasta Müslüman aklında katkısı çoktur. 100 yıl sonrada biz gelişeceğiz inşallah bu sefer aynısını Batılılar -gayri müslimler- diyecek belki de. Bu onların ortak ürünü olacak. Düşünsel gelişim ve iletişim araçlarındaki gelişim insanlık tarihinin ortak ürünleridir. Reddetmeye dayanmaz bunlar. Bunlar insanlığın ortak ürünleri olduğu için reddedilemez. Önemli olan bunları nasıl kullandığınızdır.

"SOSYAL MEDYA İŞİMİZİ KOLAYLAŞTIRDI"

Sanal dünyanın nimetlerinden biri de gençlerin sosyal medyada kendilerini ifade etmelerinde aracı olması. Hatta son dönemde ‘Arap Baharı’yla sosyal medya üzerinden gerçekleşen ayaklanmaların, devrimlerin olduğu söyleniyor. Katılmış olduğunuz Yeni Ortadoğu ve Kuzey Afrika Sistemi Konferansı’ndan bahsetmiştiniz Bu konferansta neler konuştunuz bu bağlamda? Sosyal medyayla ilgili neler düşünüyorsunuz?

Evet, sosyal medya konuşuldu. Bunu biz birçok uluslararası alanda bazen kendim bazen kendi arkadaşlarım tenkit ettik, eleştirdik. Devrimler sosyal medya sayesinde olmadı. Bir defa böyle bir haksızlık yapmayalım. Sosyal medya bir iletişim aracıydı. Cep telefonu yerine bu kullanıldı. İhvan-ı Müslimin’in bu coğrafyadaki çalışmalarını kimseye yadsıyamaz. Gözyaşlarını, kanlarını, terlerini bu işe adayan nesilleri kimse yadsımasın. Ondan bu devrimler oluşturdu. Allah’ın izniyle onlar bu devrimlerin temelini attı. Onların yetiştirdiği nesiller bu durumu oluşturdu. Ama bu dönemdeki en etkili iletişim aracı sosyal medya olduğu için, cep telefonundan, televizyondan daha etkili bir iletişim aracı olduğu için bu örgütlenmede sosyal medya kullanıldı. Ve bu iyi de oldu, güzel de oldu.

Konferansta konuşan ülke temsilcileri “sosyal medya işimizi kolaylaştırdı” diyorlar.“ Birbirimize ulaşamadığımız yerlerdeki örgütlenmemizi kolaylaştırdı” diyorlar. Yanlış anlaşılmasın devrimler sosyal medyada ortaya çıkan fikirler değil. Bu dönemdeki en etkili iletişim aracı sosyal medya olduğu için sosyal medya kullanıldı ve başarılı da oldu. İyi ki de kullanıldı. Biraz önceki sorunun açıklaması buydu. Teknolojiyi iyi kullandığımız zaman iyi oluyor kötüye kullandığımız zaman da kötü oluyor.


"BİZİM SOSYAL MEDYA İŞİNE EL ATMAMIZ LAZIM"

Sosyal medyayla ilgili ne düşünüyorsunuz? Özellikle Facebook ve Twitter’da yaşayan var. Bunun ne gibi etkileri oluyor gençler üzerinde?

Sosyal medyadaki en büyük handikap şu: Birebir iletişim kayboluyor. Ve tartışılması gereken mesele de bu. Yüz yüze, birebir ilişki kayboluyor ve yapay bir ilişki ortaya çıkıyor. Bu da karakter bozukluklarına neden oluyor. Mesela bizim camiada en çok kullanılan deyim nedir? “Klavye mücahitliğidir”. Bir sorunu tespit etmek adına söylüyorum bunu hoşlandığım için ifade etmedim. Hakikaten de öyledir. Sosyal medya çift kişilikli karakter meydana getiriyor insana. Bu nokta tartışılmalı ve çocuk yetiştirilmesinde buna özel bir eğitim verilmelidir. Sosyal medyanın nasıl kullanılacağına dair. Sosyal medyanın insanların böyle istediği her şeyi sunduğu, zaten beni görmüyor istediğim her şeyi söylerim, hakarette bulunurum, küfür ederim sonra da ayrılırım değil!.. Oranın da düzgün bir şekilde kullanılacağının eğitimi verilirse çocuklara, yeni nesile bu sorundan da kurtulabiliriz. Dediğim gibi çift karakterli insanları ortaya çıkartıyor.

Bunun dışında gerçekten çok güçlü bir iletişim aracı sosyal medya. Binlerce kişiye aynı anda ulaşabileceğiniz, sorununuzu, mutluluğunuzu, acınızı, sevincinizi aynı anda binlerce kişiye ulaştırabileceğiniz, duyuru yapabileceğiniz, paylaşım alanı oluşturabileceğiniz bir alan… Artısı çok fazla olan bir alan. Ha şunu es geçmeyeceğiz: Sosyal medyanın analiz serüvenlerine artık gark olduğunu ya da o mantıkla kurulduğunu CIA’dir MI6’dır vs. onlar üzerine kurulu olan bir şey…
Tabi bunun için de bizim oturup sosyal medya işine el atmamız lazım. Bazı çalışmaların olduğunu duyuyoruz Salamword, Demogratis.com, Mister Like Me gibi yeni sosyal ağların kurulduğunu, kurulacağını duyuyoruz. Bunlar Türkiye menşeili ya da Dubai menşeili çalışmalar. Bu coğrafyanın yapmış olduğu bu girişimlere destek vermeliyiz.

"TÜRKİYE'DE GENÇLERİN EN BÜYÜK SORUNU: OKUMAMAK!"

Türkiye’deki gençlerin en büyük sorununun ne olduğunu düşünüyorsunuz?
Okumamak. En doğru cevap bazen ilk akla gelen cevaptır. Soruyu sordunuz ilk aklıma bu geldi. Yani okusak da bilinçli okumuyoruz.

Bizim kültürümüzde ‘rıhle kültürü’ denilen bir şey vardır. ‘Rıhle kültürü’ sembolik olarak nedir? Bir hoca vardır, hocanın önünde ona ters dönmüş bir rıhle ve rıhlede eğilmiş bir öğrenci, öğrencinin önünde de bir kitap vardır. Kitap bilginin kaynağıdır. Öğrenci bilgiyi alandır. Üzerine bilgiyi ona okutan araçtır. Ama bu üçü tek başına yeterli değil ki bir üçüncüsü vardır, hoca. Şimdi bizde ya rıhle ve kitap yok, okumuyoruz. Ya da okuyacak insan olsa da hoca yok. Üzerinde bir şey eksik.
Vakıflar, cemaatler, dernekler bu okuma kültürünü oluşturmaya çalışıyorlar bir yandan da.

Evet, oluşturmaya çalışıyorlar. Bu iyiye de gidiyor. Olumsuz bir tablo yok ortada. Hem hoca öğrenci ilişkisi gelişiyor hem de kalifiyeli hocalar bu vakıflar, cemaatler ve sivil toplum kuruluşları sayesinde yetişiyor. Hata yapa yapa doğruyu buluyorlar. Ve belki 20 yıl sonra hocaları da olan, rıhlesi ve kitabı da olan bir gençlikle karşı karşıya olacağız inşallah. Tablette olabilir bu, basılı kitap demeyelim.

"HESAP VEREBİLİR BİR NESİL, HESAP VEREBİLİR BİR GENÇLİK İSTİYORUZ"

Türkiye’yi gençler üzerinden düşündüğünüzde nasıl bir gelecek tasarlıyorsunuz? Nasıl bir Türkiye’de yaşamak istiyorsunuz? Gelecek hayalinizi kısaca anlatır mısınız?

Biz şöyle bir ülke hayal ediyoruz: Bir defa sınır kavramının olmadığı, sınırlarının olmadığı bir ülke istiyoruz. Bizim sınırlarımız gönül birliğimizin bittiği yerlerdir. Bizim gönül birliği yaptığımız bir yer bir toplum varsa o yer bizim sınırımızdır. Böyle bir Türkiye istiyoruz.

İnsanın bir ‘başka’ya kurban edilmediği... İnsanın özelde gençliğin herhangi bir ötekiye, dil olur, din olur, otorite olur, güç olur, makam olur vb. Hiçbir ‘başka’ya kurban edilmediği bir ülke istiyoruz.
Biz artık gençlerin menfaatler uğruna, çıkarlar uğruna kurban edilmediği bir ülke istiyoruz, tahayyül ediyoruz.

Biz, dünyasını düşündüğü kadar ahiretini de düşünen hatta dünyadaki yaşam serüvenini ahiret merkezli olarak kuran, konumlandıran bir ülke, bir toplum, bir nesil hayal ediyoruz. Yani hesap verebilir bir nesil, hesap verebilir bir gençlik istiyoruz.

Ayrıntılı Bilgi İçin: