UNİCEF raporuna göre Suriye’de savaş başladığından bugüne 2,5 milyon Suriyeli çocuk küçük yaşta şiddet, korku ve göçe maruz kaldı. Her gün medyaya yansıyan göç yollarındaki çocukların dramı ise Suriyeli çocukları anlamak için yeterli.
Dünya sessiz. Batılıların sorumsuzca tutumu gün
geçtikçe bu krizin daha da büyümesine yol açıyor. Türkiye’de ise büyük bir
duyarlılıkla sürdürülen çalışmalar var. Milli Eğitim Bakanlığı bünyesindeki
okullarda 310 binin üzerinde Suriyeli mülteci çocuk, öğleden sonra eğitimlerine
devam ederek kardeş ülke Türkiye’deki çocuklarla aynı sırayı paylaşıyor.
Suriyeli mülteci çocukların hikâyesinin anlatıldığı
“Heny” adlı bir kısa film de çekildi. Bu film üzerine Şanlıurfa’da öğretmenlik
yapan yönetmen Mehmet Nişancı ve senaryo yazarı Süleyman Çoban ile
konuştuk.
Heny’nin
hikâyesi nasıl ortaya çıktı?
Süleyman
Çoban: Heny’i çekmeden önce, “Geleceğimizin Gençleri”
adı ile kendi öğrencilerimizin hikâyelerini çektik. Bunları çekerken bir yandan
da sinema filmlerini izliyor ve kendi aramızda bunları tartışıyorduk. Ve dedik
ki biz ne yapabiliriz?
Malumunuz üzere Şanlıurfa’da resmi olarak 500 bin
Suriyeli mülteci kardeşimiz barınıyor. Savaşı ve savaşın sert yüzünü Suriyeli
çocuklar üzerinden işleyebilir miyiz diye düşündük. Bunu da ajitasyona
kaçmadan, şiirsel sinema üslubu içerisinde yapmayı planlamıştık. Tam da bu
düşünceler arasında Heny’nin senaryosu şekillenmeye başladı.
Mehmet
Nişancı: Büyüklerimiz bizleri çevresine, topluma karşı
duyarlı, “dertli insan”, problem değil çözüm üreten insan mefkuresiyle
yetiştirdiler. Şanlıurfa’da yoğun bir mülteci nüfusu mevcut ve biz de bu durumu
filme aktarmak istedik. Süleyman hocam ile mültecilerin bulunduğu okula
yaptığımız bir ziyarette oradaki mülteci çocukların gözlerinden okunan korku ve
mağduriyet bizi derinden etkilemişti. Böylelikle şehrin günlük hayatı
içerisinde bulunan mülteci çocukların hikâyesi Süleyman hocamın kalemiyle
ortaya çıktı.
Heny’nin
anlamı nedir?
Süleyman
Çoban: Kısa filmimizin adını Heny koyduk. Çünkü Heny,
Arapça'da rahata ermiş, huzura kavuşmuş anlamlarına geliyor. Gelin görün ki
mülteciler rahat yüzü görmüyor, huzurları kaçmış; evleri, işleri ve anıları
geride kalmış. Belirsizliğe doğru yola koyulmuşlar. Yolda olan bu mültecilere
‘Heny’ dedik.
Peki,
Bünyamin’in de özel bir anlamı var mı?
Mehmet
Nişancı: Bünyamin karakterine gelince, o, Yusuf’un
yokluğunda babasının yanında duran ve kardeşi için endişelenen kişidir tarih
sahnesinde. Bu münasebetle Şanlıurfalı Bünyamin de Heny’ye kucak açar. Zira o
Yusuf’un kayboluşuna duyarlıdır ve kardeşlik ahlakının temsilcisidir bir nevi.
Filmin konusu gerçek bir hikâyeye mi dayanıyor yoksa siz mi yazıp kurguladınız?
Filmin konusu gerçek bir hikâyeye mi dayanıyor yoksa siz mi yazıp kurguladınız?
![]() |
| Süleyman Çoban |
Şunu iyi biliyoruz ki, mültecilerin şu yaşadıkları
onların tercihleri değil, Ortadoğu’da var olan savaşın sert yüzünün
yansımalarıdır. Ve bu can yakan mülteci meselesini çocuklar üzerinden yani Heny
üzerinden işlersek, hem barışa hem iyiliğe bir nebze dokunabiliriz. Nitekim
Heny böyle bir atmosferde zihnimizde şekillendi.
Biri
sabahçı biri öğlenci, aynı sırada okuyan biri Türk diğeri Suriyeli öğrencinin
hikâyesi üzerinden neleri anlatmak istediniz temelde?
Süleyman
Çoban: Türkiye genelinde 325 bin Suriyeli çocuk,
Şanlıurfa özelinde ise 60 bin mülteci çocuk Milli Eğitim Bakanlığı okullarında
öğleden sonra eğitim görmektedir. Buradan hareketle hikâyemiz, Suriyeli
Heny’nin okula gitmek istememesi ve babasının ise onu okula götürmek istemesi
üzerine başlıyor. Çünkü Heny arkadaşlıklarını, okulunu, mahallesini, çevresini
geride bırakıp gelmiştir. Bu onun için bir travma sürecidir aynı zamanda. Bu
süreci yaşarken ona elini uzatan Bünyamin karakteri ise Ensar’dır. Şayet biz
Ensarlık vazifemizi yerine getirebilirsek bu acıyı azaltabilir miyiz, bunu
anlamak/anlatmak istedik.
![]() |
| Mehmet Nişancı |
Filmin
çekim sürecinden bahsedebilir misin? Çekimlerde zorlandığınız taraflar neler
oldu?
Mehmet
Nişancı: Hikâye şekillendikten sonra mekân belirledik
film için. Ve Urfa’nın tarihi sokaklarını karış karış gezdik bir ay boyunca. Bu
süreç içerisinde Urfalı dostlarımız bize mekânlar önerdi. Filmde Heny’nin
babası rolünü oynayan İsmail Fidanoğlu’nun bölgeyi tanıması ve çevresi
tarafından sevilmesi işimizi kolaylaştırdı. Çekimler genelde sakin muhitlerde
olduğu için zorluk yaşamadık açıkçası. Filmde kullandığımız metruk ev ise hem
mültecilerin terk ettiği şehirlere hem de medeniyetimize bir göndermeydi.
Süleyman
Çoban: Pratik olarak alanda çalışmak bize çok şey
kattı. Bu arada bu çekimleri yaparken “şiirsel sinema nedir” gibi okumalarımızı
yapıyorduk. Sürekli olarak çekimlerde Tarkovsky, Angelopolus ve Mecidi gibi
yönetmenleri okuyor, izliyor ve tartışıyorduk. Çok iyi bir çalışma dönemi
geçirdik.
Öğrencileri
nasıl bulup seçtiniz?
Süleyman
Çoban: Filmimizi arkadaşlarla istişare ettik.
Hikâyemizi yani senaryomuzu kimler okuduysa olumlu tepkiler aldık. Bunun
üzerine kimler oynayabilir diye araştırma yaptık. Malum çocuklarla
çalışıyorsunuz, işimiz bu bağlamda zordu. Bir de Suriyeli çocuk belirledik.
Heny’nin babası Eymen Hammoud, Türkçeyi öğrendiğinden kısa film çalışmamız
bitene kadar yanımızda yer aldı ve iletişim kanalı sağlandı. Bir kez daha Eymen
abiye teşekkür ederiz.
Mehmet
Nişancı: Bünyamin karakterini canlandıran Şaner
Karadağlı hafızlık yapan bir delikanlı. Hocası M. Fatih Kahvecibaşı’nın
da müsaadesiyle filmde rol almasına karar verdik. Ayrıca İstanbul’dan kalkıp
gelerek filmin görüntü yönetmenliğini üstlenen M. Sami Epbaygün’e de teşekkür
ederim.
Heny,
filme başlarken ve final sahnesinde “bu yarım kalmış bir hikâyedir” diyor.
Neden yarım kalmış hikâye?
Süleyman
Çoban: Birçok kişi de film hakkında yarım kalmış bir
hikâye olduğunu söylediler. Biz de zaten yarım kalmış bir hikâyeyi çektik.
Bugün bu kadar mülteci aramızda; kaçıyla diyalog halindeyiz? Kaçıyla
merhabalaşıyoruz? Bu yüzden Bünyamin ve Heny de tanışmadılar.
Mehmet
Nişancı: Heny savaşın mağduru ve her an kayıp nesil
olma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Yarımdır hikâyesi, bu hikâyeyi tamamlayacak
olan bir film değil barıştır. Ne zaman ki bu ümmetin evlatları vatanlarında
huzur için yaşayacak, işte o vakit bu hikâye tamam olacaktır.
Heny’nin
hikâyesini izlerken filmde yalnızca Suriyeliler’in (mültecilerin) hayatına
gitmekle kalmıyoruz; aynı zamanda Türkiye’de yaşayıp okuyan ve onunla aynı
sırayı paylaşan arkadaşını görüyoruz. Ama bunlar hiçbir zaman tanışamıyorlar.
Daha doğrusu filmin sonunda Heny giderken onu görebiliyor bu çocuk. Burada
kendimi sorgulama ihtiyacı hissettim. Acaba biz Türkiye’de o çocuk gibi miyiz?
Tamam, Suriyeliler ülkemizde misafir, belki uzaktan yardım da ediyoruz. Ama
çoğu zaman onların yanına gidip “merhaba” demiyoruz. Dertlerini, sorunlarını
onlarla yüz yüze paylaşamıyoruz. Heny’nin hikâyesi sizce de böyle mi?
Süleyman
Çoban: Sinemanın dili çok önemli, toplumun vicdanını
harekete geçirebilir. Bilirsiniz birçok mülteci Akdeniz üzerinden Avrupa’ya
gitmeye çalıştı. Ve Akdeniz ölü deniz haline geldi. Ve dünya kamuoyu bunu
umursamıyor, duyarsız kalıyordu. Daha sonrasında Aylan Kürdi’nin cansız
bedeninin kıyıya vurması ve askerin onu kucaklama sahnesi, kelimelerin sustuğu
an, vicdanların sustuğu an, ismetin sustuğu an. Allah’ım, sen bizleri affet!
Amin. İşte biz de ajitasyona kaçmadan olan biteni bir öykü üzerinden aktarmak
istedik.
Filmimizin sonunda Heny yine göç edecektir. Ve
tanışmadığı sıra arkadaşına hediye olarak yuvası dağılmış bir kuş yumurtası
bırakır sıranın altına. Bünyamin de bu yumurtaya bir yuva bulmaya çalışır. Kuş
yuvası mültecilerin evleriydi. Kırılan yumurtalar geride kalan ve ölenlerin
hikâyeleriydi. Umarım bir gün rahata ererler. Hatırlayın, Heny’nin anlamı
rahata ermiş demekti.
Filme
gelen tepkiler nasıl? Bir ödül aldınız mı?
Mehmet
Nişancı: Filme özellikle Şanlıurfa halkı ve medyası
büyük ilgi gösterdi. Hatta filme gala dahi yaptık. Mülteci çocukları şehrin
gündemine taşıdığımız, toplumda Suriyelilere karşı oluşan olumsuz tutumlara
yönelik bir merhamet damarı açabildiğimiz kanaatindeyim. Zira filmi izledikten
sonra mültecilere karşı olumsuz baktığından dolayı pişmanlık duyduğunu söyleyen
insanlarla da karşılaştık.
Elhamdülillah bir dertle yola çıktık ve bu derdi
aşılayabildik bir nebze de olsa. Daha sonrasında filmi Milli Eğitim
Bakanlığı’nın düzenlemiş olduğu “Mekan ve İnsan” konulu kısa film yarışmasına
gönderdik. Derviş Zaim ve Sadık Yalsızuçanlar’ın jürisinde yer
aldığı yarışmada Türkiye Başarı Ödülü’ne layık görüldük.
Son olarak; M. Lütfi Arslan hocamız “Dert
Çağrısı” adlı eserini benim için imzalarken, “bir gün derdimizin filmini çekersin”
diye temennide bulunmuştu. O heyecan ile derdimizin, dertlerimizin filmini
çekmeye devam edeceğiz inşallah.






