Orta Asya ve Anadolu’nun mânevi mîmarı Bahâeddin
Nakşibend hazretlerinin hayatı, görüşleri, tesiri ve aynı zamanda
Nakşibendilik hakkındaki görüşlerinin ele alındığı Uluslararası Bahâeddin
Nakşibend ve Nakşibendîlik Sempozyumu, 2-3-4 Aralık tarihleri arasında
İstanbul’da gerçekleştirildi.
Tasavvuf yolunun temel kaynaklara müracaatla
ve bilimsel bir üslupla incelenerek halka ve dünyaya tanıtılması gayesiyle
Aziz Mahmud Hüdayi Vakfı tarafından tertip edilen Nakşibendilik Sempozyumu,
bugün cemaat-tarikat-hizmet gibi kavramların içinin boşaltıldığı ve halkla
irtibatının koparılmaya çalışıldığı bir zamanda yapılması açısından önemli bir
programdı.
Vatana hizmeti ganimet bildiler
40’a yakın ülkeden birçok katılımcının teşrif ettiği
Nakşibendilik Sempozyumu’nun ilk gününde (2 Aralık) açılış konuşmaları
gerçekleştirildi. İlkini, Aziz Mahmud Hüdâyi Vakfı yönetim kurulu başkanı Ahmed
Hamdi Topbaş’ın yaptığı konuşmada, vakıf olarak dünden bugüne şiarlarının
yoksulluk ve cahillik ile mücadele olduğunu dile getiren Topbaş, gelecek
yıllarda da Allah dostlarının hayatlarının anlatılacağı benzer sempozyumlar
düzenleyeceklerini müjdeledi. İslam dünyasının ve Anadolu irfanının mayası olan
büyük mutasavvıfları anmaktan maksatlarının tasavvuf konusunda hak ile bâtılı
tefrik etmek olduğunu belirten Ahmet H. Topbaş, günümüzde cemaat-tarikat-hizmet
kavramlarının kirletildiğini; bir silsileye bağlı bulunmayan, kökü ve geleneği
olmayan, içinde bid’at ve hurafelerin savrulduğu cemaat ve grupların yaptığı
yanlışlıkları bütün tasavvuf erbabına mal etmenin de ayrı bir hezeyan olduğunu
ifade etti.
![]() |
Ahmed Hamdi Topbaş |
İkinci konuşmacı olan Prof. Dr. Süleyman Uludağ,
15 Temmuz darbe teşebbüsüne karşı tasavvuf erbabının da o gece ya şehit ya da
gazi olduğunu, maneviyat yoluna bağlı olanların milletin ve seçilmiş hükümetin
yanında olduğunu belirterek tasavvuf ekollerinin temel merkezinin Kur’ân ve
sünnet çerçevesinde bir hayat sürmek, vatana hizmeti ganimet bilmek olduğunu
vurguladı. Uludağ, geleneği ve silsilesi olmayan ‘din hırsızı âlimler’e karşı
uyarılarda bulunarak, tasavvufla alakalı üretilen bilgi kirliliğine karşı
sempozyumun güzel bir cevap olacağını söyledi.
Tasavvuf, dini ve hayatı aşk ve coşkuyla
yaşamanın adıdır
Nakşibendilik Sempozyumu’nda Diyanet İşleri Başkan
Yardımcısı Prof. Dr. Hasan Kâmil Yılmaz ise tasavvufu tarif
ederek başladığı konuşmasında sözde din rehberlerini eleştirerek şunları ifade
etti: “İrfan mektebi olarak bilinen tasavvufun asıl hedefi cihad-ı ekber ile
cihad-ı asgar arasında bir denge kurmaktır. Cihad-ı ekber (büyük cihad), insanoğlunu
maneviyattan uzaklaştıran nefsin zaaf ve arzularına karşı deruni bir
mücadelenin adıdır. Cihad-ı asgar (küçük cihad) ise ümmet şuuru içinde bir
İslam toplumu inşa etmek üzere insanla İslam arasındaki engelleri kaldırmak,
her türlü zorbalığa, baskıya ve bu yolda güç, bilgi ve servet sahiplerine karşı
durma eylemidir.
![]() |
| Prof. Dr. Hasan Kâmil Yılmaz |
Tasavvuf, mülkün, iktidarın, güç ve bilginin mutlak
sahibinin Allah olduğu gerçeğini hayata hâkim kılmaktır. Bunu hayata hâkim
kılabilmek için benliğimizi bu istikâmette eğitme çabası içinde olmaktır.
Tasavvuf, dini ve hayatı aşk ve coşkuyla yaşamanın adıdır.”
Etrafındakileri Allah’a kulluk yerine kendisine kölelik
ve meddahlığa çağıran, kendisini kâinatın imamı ve başkalarından üstün
görenlerin, mürşid ve rehberlikle hatta İslam irfanıyla uzaktan yakından
alakası olamayacağının altını çizen Prof. Dr. Hasan K. Yılmaz, malum FETÖ
yapılanmasının taşıdığı hastalıklı yapının tedavi edilmesi gerektiğini,
tedavisi mümkün olmayan hastalıklı organa da gerekli cerrahi müdahalenin
yapılarak, hastalıklı organın kesilip atılmasının icap ettiğini söyledi. Bu
anlamda Diyanet’in hâzık hekim edasıyla hastalıklı uzva gerekli müdahaleyi
yapmakta olduğunu ama diğer organlara zarar vermemesi, bulaşmaması için de
tedbirler aldığını belirtti.
El kârda gönül Yâr’da
Sempozyumun devam eden ikinci gününde Prof. Dr. Necdet
Tosun, Bahâeddin Naşibend’in hayatı ve görüşlerini konu alan birinci
oturumda Hoca Bahâeddin Nakşibend’den sonra Hacegan yolunun Nakşibendiyye
olarak devam edişini izah etti. Nakşiliğin esaslarının Kur’ân ve sünnet
temelleri üzerine inşa edildiğini belirten Necdet Tosun, Bahâeddin Nakşibend
hazretlerinin fiillerinde şeffaflığından ve netliğinden söz etti. Gerektiğinde
ulemeya “Eğer fiillerimizde sünnete ve Kur’ân’a aykırı bir şey varsa söyleyin
hemen düzeltelim” demiştir.
![]() |
| Prof. Dr. Necdet Tosun |
Hoca Bahâeddin Nakşibend hazretleri, bir defasında hacca
gitmiş, orada bir genç görmüş Mina pazarında. Eliyle ticaret yapıyordu;
alıyordu, satıyordu, kazanıyordu fakat baktım gönlünde para-pul, dünya sevgisi
yok. Maşallah “el kârda gönül Yâr’da” demiş. İşte bu söz sonraki asırlarda da
Nakşibendiliğin temel prensiplerinden birisi olmuştur. Buna “halvet der
encümen” diyorlar, “halk içindeyken Hak ile beraber olmak”. Yani bedenen
toplumun içinde topluma faydalı olacağız, çalışıp kazanacağız ama bunu yaparken
kalbimiz Allah ile beraber olacak, kalbimizde dünya sevgisi olmayacak anlamında
ifade ediliyor.
“Mevlânâ Hâlid ve Hâlidîlik” başlıklı 6. oturumda söz
alan Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci, sunduğu tebliğde hem Üstad Necip
Fazıl hem de onun kendine üstad kabul ettiği Hâlidîliğin önemli
temsilcilerinden Seyyid Abdullah Arvasi hazretlerinden bahsetti.
Sempozyumun üçüncü ve son gününde yapılan değerlendirme
ve kapanış oturumunda Prof. Dr. İrfan Gündüz, “hayatın içinde
derviş olmak” vurgusu ile asıl olması gerekenin kişilerin güncel toplum
içerisinde yaşarken, kendini soyutlamadan yaşanan bir dervişlik olduğunu
vurguladı. Yani Bahâeddin Nakşibend hazretlerinin hayatından anlatıldığı
üzere “el karda gönül Yâr’da” bilinci ile hayat bulan bir dervişlik
üzerinde duruldu. Alnının teri ile rızkına temin ederken dahi Allah’tan
kopmamak ve çalışmayı ibadet bilerek, çalışır haldeyken kalbin sahibinde
olması, O’nu zikretmesi.
Sempozyumun diğer oturumlarında Nakşiliğin Orta Asya’da,
Balkanlar’da ve Hindistan’daki etkileri, bu yoldakilerin yapmış olduğu
hizmetler; manevi eğitimde ve içtimai olarak ne gibi tesirleri olduğu
üzerineydi.
“Müslüman şerre kilit, hayra anahtar
olmalıdır”
Sempozyumla ilgili son değerlendirmeyi şu şekilde
yapabiliriz: Sempozyumun en güzel ve en önemli konuşmasını bana göre Prof. Dr. Mustafa
Kara yaptı ki o konuşmaya bilahare değineceğiz. Bunun yanında Diyanet
İşleri Başkan Yardımcısı Prof. Dr. H. Kâmil Yılmaz’ın “Müslüman şerre
kilit, hayra anahtar olmalıdır” cümlesi sempozyumun özeti olarak
çıkartılabilecek cümlelerden biriydi. Bahâeddin Nakşibend hazretlerinin
hayatındaki bütün fiiller buna örnek niteliğindeydi. Yani ne kadar bilirsen
bil, ne kadar okursan oku bunlar ile amel etmedikten, “Emr-i bi'l
ma'rûf ve nehy-i anil münker” (iyiliği emredip kötülükten sakındırmak)
görevini yerine getirmedikten sonra pek de bir ehemmiyeti yok. Müslüman bir
insan bildiği kadar yaşamalı ve örnek olmalı. Çünkü anlatılan bütün arifler,
evliyalar, mürşitler ilimleri ile amel eden ve şahsiyetleri ile kendileri gibi
nice talebeler yetiştiren insanlar olmuşlar. Yani önce almış, yaşamış ve sonra
onu aktarmış. Böylece nice kuşaklar yüzyıllar öncesinde günümüze kadar gelmiş
ve hâlâ hizmetini devam ettiriyor. Çağlara damgasını vuran bu şahsiyetlerin
ortak noktası ise samimiyet, hizmet ve tevazu olmuş. Bugün bu kavramlarla
ilgili bir sınavdan geçtiğimiz de hepimizce aşikâr.
Not: Uluslararası Bahâeddin Nakşibend ve
Nakşibendîlik Sempozyumu tüm programını bu linkten izleyebilirsiniz.
Dünyabizim





