Üç arkadaş Ayasofya
Camii’ne namaz kılmaya gitmek için uzun bir yola çıktık. Eminönü’nde buluştuk
ve Sirkeci’den Cağaloğlu yokuşunu tırmanarak Ayasofya'ya vardık. Ayasofya’nın
giriş kısmı her zamanki gibi kalabalık. Görevliye hemen namaz kılacağımız yeri
sorduk. “Soldan devam edin, göreceksiniz” dedi. Ayasofya’yı solumuza alıp devam
ediyoruz. Topkapı Sarayı’na doğru döndük, solumuza bakıyoruz ama
hâlâ camiyi görmüş değiliz. Ayasofya’da namaz kılmaya gelmişiz, camiyi bulana
kadar Ayasofya’yı dört dönmeye razıyız hepimiz. Topkapı Sarayı istikametine
devam ettiğimizde Sultan 3. Ahmet Çeşmesi’nin tam karşısında duraklıyoruz.
İnsanların birer ikişer girip çıktığı o mütevazı kapıdayız. Kapıdaki tabelada
“Ayasofya Camii Bölümü” yazısını okumamızla içeriye girmemiz bir
oluyor.
Mekândayız. Bizim
mekânda. Binlerce yıl geçse de vazgeçemeyeceğimiz yerdeyiz. “Burası bizim, bu
mabet İslam diyecek ve İslam’ın sesini dünyaya duyuracak” dediğimiz ne kaldıysa
içimizde ecdadımıza karşı, tam olarak onun gerçekliğini hissediyoruz aynı
safta, birlikte. İstanbul’u fetheden Fatih Sultan Mehmet Han, Ayasofya’yı cami
yaparak İslam’ın simgesi, Müslümanların mirası yaptı. Yüzlerce yıl Haçlılara
karşı İslam’ı savunan ve Müslümanların kılıcı olan bir millet oluşumuz,
Ayasofya’yı cami yapmamızla mâlumun ilanı oldu tüm dünyaya, özellikle Batı’ya
karşı. “Dinimizden, değerlerimizden, kendimiz olmaktan vazgeçtik de Allah
elimizdekini bizden mi aldı, ne oldu bize? Neden Ayasofya’yı terk eyledik?”
diye düşüne düşüne bu küçük camiyi seyreyliyoruz.
Sorular yumak gibi dürülüyor içimizde.
Sessizce saf oluşturup namaza duruyoruz. Sünneti ve ardından cemaatle ikindinin
farzını eda ediyor, namazdan sonra da Ayasofya’ya özel duamızı ediyoruz:
“Allah’ım, Ayasofya’yı eski
günlerindeki gibi cami olarak açmayı bizlere nasip eyle! Allah’ım, Ayasofya’yı
cami olarak açtığımızda bize de bu mabette namaz kılmayı nasip eyle! Allah’ım,
Ayasofya’yı açtığımızda, ümmeti Muhammed’e (s.a.v.) ve dünyaya îlâ-yı kelimetullâh
aşkı ile hizmet eden, adalet götüren ecdadımız gibi bize de yeniden gönlümüzü
keşfetmeyi ve gönülleri fethetmeyi nasip eyle!” diyoruz. Ardından “âminler” ediyoruz.
Anadolu’dan
İstanbul’a gezmeye gelen insanlar, Ayasofya Camii’ne heyecanla, şevkle namaz
kılmaya geliyor. İnsanlar sevmiş bu mabedi. Bu caminin talibi var yani. Pazar
günü olmasından dolayı mı bilemiyorum ama sürekli bir hareketlilik vardı
camide. Teyzeler, amcalar, ablalar, abiler, çocuklar, yaşlılar; her yaştan
güzel Müslümanlar dolduruyordu camiyi. 50 kişinin bir arada namaz kılmasının
zor olacağı bu küçük mescitten, inşallah binlerce kişinin dolduracağı gerçek
Ayasofya’da namaz kılanlardan olabilmeye diye niyet ediyoruz.
Ayasofya’ya gelirken otobüste tam Galata Köprüsü üzerindeyken amcanın biri
teyzeye “Ayasofya Camii’ni görüyor musun?” demişti. Bu cümleyi unutamıyorum.
Demek ki bizim gözümüzde Ayasofya hiçbir zaman müze olmamış. Demek ki bizler
biliyoruz Ayasofya’nın müze olmadığını. O zaman gelin Ayasofya’yı müze olarak görenlere
buranın cami olduğunu hatırlatalım.
Şimdi bize düşen,
Ayasofya’nın açılan cami bölümünde gidip bir vakitte olsa namaz kılıp, dua
etmektir. Eğer gitmeyip buraları ıssız, kimsesiz bırakırsak elimizdekilerin de
gidebileceğinden hiç şüphemiz olmasın. Düştüğümüz yerden kalkalım. İlk fırsatta
Ayasofya Camii’ne gidelim. Yoksa Ayasofya gerçekten cami olarak açıldığında
gidip orada namaz kılmaya hakkımız olur mu sizce?
Genç Dergi




