![]() |
| Enver Gülşen |
'Sinemanın Kökleri' kitabında, sinemayı diğer
sanatlarla kurduğu ilişki üzerinden inceleyen Enver Gülşen, Müslüman
bireyde/toplumda sinemanın karşılığını bulmaya çalışıyor, sinemayı tasavvufi
pencereden yorumluyor.
Günümüzde yedinci sanat dalı olarak kutsallaştırılan
sinema, son yüzyılımızın en büyük icadı, aynı zamanda en büyük kriz yaratan
sanatıdır. Bir yandan insanı büyüleyip içinde galaksiler ötesi bir ruh
barındırırken diğer taraftan insanı yıkan, onu metalaştıran, paramparça edip
köleleştiren sistemin adıdır sinema.
Sinema, Batı sisteminin akademik, teknolojik göz boyama
biçimlerinin tamamını kullanarak insanları gönüllü kölelere dönüştürür.
İradesini yitirmiş insanı hızın ve hazzın peşinde sürükleyerek nefsine dost
eyler. Boş zamanımızı doldurarak bizi eğlendirir, duygulandırır, sahteliğin
büyüsüne çağırır. Zihnimize yerleştirdiği kalıplarla bize Batılı bir hayat
tarzı dayatır ve yönlendirir. Batı’da filmlerin birçoğu buna hizmet etmek için
çekilir. Kapitalist/neo-liberal sistemin devam etmesi için sinema vazgeçilmez
bir araçtır.
Sinema bize model alarak yaşamayı öğretir; özdeşlik
kurar, benzeştirir, sizi izlediğiniz kişinin yerine koyar. Dünyaya bir sunum
biçimi dayatır ve sizi o sunum biçiminin dünyada yaşayan tipleri haline
dönüştürür. Sinema insanın nefsinin hoşuna giden her şeyi barındırır;
kötülükleri güzelleştirir, güzellikleri kötüleştirebilir. Her türlü imkânı
kendinde muhâfaza eder; sizi büyük bir düşman ya da iyi bir dost yapabilir.
Sinema büyük ordulardan daha kuvvetlidir, güçlü silahlardan daha fazla insanı
öldürebilir. Sinema toplumları ifsat eden kutsal bir rehberdir.
Müslümanlar sinema ile bu çağa özgü cevaplar
verebilir
Sinema ile ilgili birçok tanımlama yapmamız mümkün. Onun
kötü kullanılan bir sanat olduğunu sabah akşam konuşabiliriz/konuşuyoruz.
Elbette bu bize sinemanın bizatihi kötü bir şey olduğunu göstermiyor. Onu
anlamak için hangi ellerde yoğrulduğuna, hangi yürekte piştiğine bakmamız kâfi
gelir. İnsanların ilgilerine tecavüz edilip gasp edildiği bir zamanda sinemada
iyi işler yapmak, bu alanda Müslümanca eserler üretmek bugün hayati bir anlam
taşıyor.
Enver Gülşen yukarıda
zikrettiğimiz bütün bu tanımlamalara “Sinemanın Kökleri” kitabında şerh
düşerek Müslümanların sinemaya bakışına dair yeni şeyler söylüyor. Sinema ile
Müslümanların hakikat yolculuğu yapabileceğini, tüm insanlığı bu hakikat
yolculuğuna, hikmete davet edebileceğini ve bu çağa özgü cevapları yine
Müslümanların sinema ile verebileceğini belirtiyor. Bu çağın yeni sözünü sinema
ile Müslümanlar söyleyebilir. Bunu yapma potansiyeli taşıyoruz ancak öncelikle
bu konuda dert sahibi olmamız şart.
Sinemanın bize göre tanımı yapılabilir mi?
Gülşen’in sinema tanımları üzerine tartışılmaya,
düşünülmeye değer:
“Sinema, karanlığın yüreğinde O’na dönüp ilaç
dileyen dertlilerin, modern çağlarda aldığı cevaptır adeta. Bir yanı balçığa
batması ama öte yanıyla Allah’ın ‘ruhumdan üfledim’ dediği eşref-i mahlûkat
olan insanın yüreğine temas etme kabiliyetiyle ruha ‘uçmasıyla’, aynı insanın
kendisi gibidir sinema… Bir yanıyla esfel-i safilin’e, öte yanıyla da ahsen-i
takvim’e bakar.
Sinema, Batı düşüncesi ve sanatının kriz noktasında
ortaya çıkmış bir sanat olarak, insanlığın ‘yeni söz’ arayışının, yani
karanlığın zirvesinde gerçekleşmiş bir doğum anının ismidir. Bir yandan içinden
çıktığı karanlığın unsurlarını ‘bedeninde’ barındırır; öte yandan içine
açıldığı ‘yeni söz’ün aydınlığını ‘akleden kalbinde’ ifşa eder. Bu ikili
yapısıyla köprü vazifesi görür. Şiirin, hikmetin ve giderek hayatın kaybını
ifşa ederken, kaybolanların nasıl aranacağının ve bulunacağının ipuçlarını
verir.
Sinema, şizofreni hastası anneden doğmuş
hikmet sahibi sanatçı evladın adıdır.
Sinema, çağımızın ‘yeni şiiri’ ve en büyük
aynası olma imkânına sahiptir.
Mevcut sinemanın en az yüzde doksan beşinin
profanlığına inat, sinemanın potansiyel olarak barındırdığı güç mevcut olanın
ötesinde bir ‘mümkün’ün potansiyelini taşımasıdır.
Sinema, hayat sandığımız bütün o koşuşturmaca
alanlarına karşı ‘şiirin orucunu’ sunar ve ‘dur, etrafına, hayata ama öncelikle
kendine bir bak; temâşâ, teemmül ve tefekkür etmeyi yeniden öğren’ der.
Film tecrübesi, öznelliğin duvarlarını
yıkarak ‘Mutlak’a ulaşabilecek bir ‘nesnelliğin’ kapılarını açar bizlere.
Sinemanın bir doğurganlığı vardır. Bu
doğurganlık, bataklıkta yeşeren çiçekler gibidir. Ancak bataklık şartlarının
iyi tespit edilmesi bu aşamada çok önemlidir.”
Bütün bu tanımlamalar “Filmlere neden ihtiyacımız
var, neden film izleriz?” sorusu çerçevesinde tüm kitap boyunca devam
ediyor. Kitabın kapsamı kendi sorularımız ışığında sinemaya dair cevaplar
üretmemizi perçinleyecek bir genişlik taşıyor. Diğer sanat dalları ile sinema
arasındaki ilişki çözümlenirken kitaplara ve filmlere yapılan göndermeler dini
tecrübe ile harmanlanıyor.
Türkiye’deki sinema kitapları arasında özgün
bir eser
“Anlam Arayışında Sanat ve Sinema” alt
başlığını taşıyan Sinemanın Kökleri kitabı, Enver Gülşen’in
daha önce yayınlanmış olan Sinemanın Hakikati ve Hakikatin
Sineması kitaplarıyla, 2017 yılının sonlarına doğru yayınlanmayı
planladığı beş ciltlik Sanatın Sineması, Sinemanın Sanatsal Tarihi kitabına
bir köprü kurması amacıyla yayınlanmış. Derinlemesine ele alınacak meselelere
birer girizgâh olarak çıktığı ifade edilse de kitabın, bu haliyle bile
Türkiye’deki sinema kitapları arasında özgün bir yeri olacağı âşikâr.
Sinemanın Kökleri’ne
yapılan bu yolculuğun benim açımdan olumlu-olumsuz iki yönüne işaret ederek
devam edelim. Olumlu açıdan, ne piyasa ucuzluğunda kuru kuru yorumları ne
akademik düzlemde somurtan bir üst dili ve içeriği taşımıyor oluşu kitabın
güzel tarafı. Yer yer akademik düzlemi aşan ve İslami, tasavvufi bir bakış
açısıyla sinemayı ve diğer sanatlarla ilişkisini yorumlayan içten, akıcı,
hakiki bir anlatım taşıyor olmasını beğendim. Bu anlamda Sinemanın
Kökleri akademik ve piyasa sinema kitaplarına kafa atıyor. 500
sayfalık bir hacmi olmasına rağmen sizi yormayan, hatta okuma şevkinizi arttıran
bir gönül dili var.
Olumsuz olarak ise kitabın sinema ile kurulmak istenen
İslami, tasavvufi ve Müslümanca bakış açısının çok soyut kaldığı ve
somutlaştırma problemi taşıdığı söylenebilir ancak kolaycılığa da kaçmak
istemem. Çünkü İslam dünyasında sinemanın teorik kısmının (tasvir/ temsil/
suret yasağı) hâlen tartışma konusu olduğu bir gerçek. Diğer taraftan kitabın
üzerinde durduğu meselelerin derinliği yani film sanatının imkânlarını
kendisinde bulunduran şiir, hikâye, roman, resim, müzik, fotoğraf, tiyatro vb.
sanatların her birine doğru yolculuk yapıldıkça karşınıza bir umman çıkıyor ve
bu bir karmaşa da yaratıyor. Ki yazar burada seçtiği eserlerle sinema
ilişkisini anlatmayı yeğlemiş. Bu sizi sinema alanında besliyor, fikir sahibi
kılıyor ve diğer sanat dallarından beslenen sinemanın imkânlarını keşfe
çıkartıyor. Bu fikirleri ütopik bulanlar veya abartıldığını düşünenler de
çıkacaktır.
Tarkovsky en iyi yönetmen, Semih Kaplanoğlu
zirve
Dünya sinemasında Tarkovsky, Enver Gülşen’in
en beğendiği yönetmen olarak öne çıkarken, Türk sinemasını dünden bugüne
zirveye taşıyan yönetmenin Semih Kaplanoğlu olduğunun altını
çiziliyor.
Türk sinemasında Ömer Lütfi Akad, Metin
Erksan, Halit Refiğ ve Yılmaz Güney gibi
yönetmenlerin gelenek ile sinema arasında bir ilişki kurmayı başardıklarından
söz ediyor müellif. Türk sinemasının yeni döneminde Derviş Zaim’in Nokta, İsmail
Güneş’in Ateşin Düştüğü Yer’de görünen aracılığıyla görünmez
olanı araştırmaya soyundukları çabayı “Yusuf Üçlemesi” ile
Semih Kaplanoğlu’nun zirveye taşıdığını ve sinemamıza bir derinlik kattığını
ifade ediyor.
9 bölümden oluşan Sinemanın Kökleri’nde ele
alınan konu başlıklarını yazarak noktalayalım: Sinemada imge ve sanat
gelenekleri, sinema-şiir arasındaki ilişki, film-edebiyat ilişkisi,
sinema-tiyatro ilişkisi, görsel sanatlar ve sinema, hakikat ve hayal sineması,
dünya sinemasında dini filmler ve kişilikler ve son olarak da tasavvuf, sanat
ve gelenek arasında Türk sineması değerlendiriliyor.
Enver Gülşen, Sinemanın Kökleri, İnsan Yayınları

