Kâğıt
toplayıcılığından okurluğa, okurluktan sahaflığa uzanan bir hikayesi var Oktay
Çetinkaya’nın. 20 yaşına kadar neredeyse hiç kitap okumamış, bir gün aldığı Don
Kişot kitabıyla okumaya başlamış ve ardından diğer klasiklerle devam etmiş
okumaya.
Şimdilerde
fakirmeczup adını verdiği Instagram
hesabından, Beyoğlu’ndaki sahaf dükkânına gelen ilginç müşterilerini, sokaktaki
insanların fotoğraflarını ve hikayelerini paylaşıyor. Sahaf Oktay Çetinkaya ile okuma serüvenini konuştuk.
Çöpte bulduğum kitapları kurcalardım, dini kitapları,
ilmihalleri okuduğum oldu. Asıl hikayem Don Kişot’la başladı. Don Kişot’u hep
duyardım ama bir roman kahramanı olduğunu bilmiyordum. Süpermen, Örümcek Adam,
Zorro gibi bir şey zannediyordum. Ağa Camii’nin hocası, caminin avlusundaki
kulübede kitap satıyordu. İçerisinde dini kitaplar, dünya klasikleri de vardı.
Ben oradan Don Kişot’u aldım ve bir solukta okudum. Sonra başka klasikleri
okumaya başladım.
Etrafınızda
okuyan insanlardan etkilendiniz mi?
Çevrenizden etkilenerek okumaya devam ediyorsunuz, bu böyledir.
Ben de etkilendim.
Instagram'da
dükkânınıza gelen ilginç okurlarınızı paylaşıyorsunuz. Onların hikayelerinden
bazılarını bizimle paylaşır mısınız?
İlk sahaf dükkânımı açtığım günden beri hep ilginç, sessiz
sedasız gelip giden müşterilerim oldu. Zamanla birçoğunun mimar, profesör,
tiyatrocu, yönetmen, gazeteci, yazar, çizer tayfasından olduğunu öğrendim.
Bazılarıyla ayaküstü laflıyoruz arada, anlaştığımız, anlaşamadığımız mevzular
oluyor doğal olarak.
En gizemli müşterimin kim olduğunu iki yıl önce öğrendim,
kusursuzu yaşıyormuş gibiydi adeta. Kendisi yetmiş yaşlarında emekli bir
profesördü. Ağzından bir kez dahi negatif bir cümle duymadım, yüzünde asla kötü
bir ifade görmedim. İsmini sordum geçenlerde kısa bir şaşkınlık yaşadı, ikinci
kez sorduğumda “Erol Erol” dedi, kısa bir gülümseme belirdi yüzünde sonra
arkasını dönüp gitti. Çok soğuk günler hariç hemen hemen her gün kitap almaya gelir
ama asla içeri girmez. On dört yıldır bir kez bile dükkândan içeri girmedi, hep
dışarıdaki yabancı indirimli kitaplar bölümünden İngilizce kitaplar alır. Üçten
fazla hiç almadı.
Mesela Hasan Çopur amca var. Konya’yla ilgili hemen her
şeyi topluyor. Aileden kalma tarihi hanları vardı Konya’da orayı müze yaptı. Konya
ile ilgili fotoğrafları, kartpostalları, yıllıkları, basılmış bütün eserleri
alıyor. Mevlânâ’yla ilgili Türkçe, İngilizce, Farsça fark etmiyor her şeyi
biriktiriyor.
Bir de Hayrettin abimiz var, şizofrendir kendisi. Kıbrıs gazisi.
Kalacak bir evi barkı yok, emekli maaşı var. Para harcamayı hiç bilmiyor,
maaşını çeker çekmez bitiriyor. Hamsi alıp otel penceresinden martılara
fırlatır, sokaklarda yattığı zaman yiyeceklerini yanına gelen sokak hayvanları
ile paylaşır.
Zamanında Çengelköy civarlarında bir dergaha gidip gelmiş
yıllarca, itikatlıdır kendine göre. Üzerinde her zaman çörek otu, zencefil ve birçok
baharat türlerini taşıdığı küçük torbacıkları oluyor. Boynundan ya da kolundan
hiç çıkarmadığı cevşenleri var. Büyüden ve büyücülerden çok korkuyor. Dükkânımın
deposunda aylarca kaldığı oldu Hayrettin abinin. Bazen beni çok güldürüyor,
bazen de cinlerle perilerle boğuşarak beni delirtiyor. Dükkânda kalmaya
başladığı her seferinde birkaç hafta ancak sabrediyorum kendisine.
Dükkâna
gelen okurlarınızla neler konuşup tartışıyorsunuz?
Edebiyat, siyaset vs. her şey konuşuluyor. Okur-yazarlar
sıkıntılıdır. Jön Türklerden günümüze aydın ile halk hep sorunlu olmuştur.
Aydınımız halkçılık yapar ama halkı sevmez, hep aşağılar. Halk onların sözünü
tutarsa iyidir. Sözünü tutmayıp onların idealleri doğrultusunda hareket etmezse
tu kaka edilir.
Aydınlar çevresini aydınlatmalı değil mi ama bizde sürekli
hakaret ediyorlar. Aydın toleranslı olamaz mı? Aydınlarımız dogmatik, halkımız
daha esnek düşünüyor bence. Sahaflık yaparken bunu daha da iyi gördüm.
Doğru
bir okuma nasıl yapabiliriz?
Sorgulama olmazsa okumak hikayedir. Yunus’un dediği gibi
“İlim ilim bilmektir/İlim kendin bilmektir/Sen kendini bilmezsin/Ya nice
okumaktır”. Kendini bilmediğin sürece okusan da fark etmiyor. Okuyor ama
egosunu tatmin ediyor, okumuş olmak için okuyor. Aşağılık kompleksinden
kurtulmak için okuyor.
Bir
insan ne okuyacağını nasıl bilebilir?
“Okumak” deyince biz işi yanlış anlıyoruz. Bakın matbaanın
icadı çok yakın bize. En büyük filozoflar ortalıkta kâğıt, kitap yokken
yetişmiş. Onlar ne okudu? Okumak sadece kâğıdın üzerindekileri okumaktan ibaret
değildir. Sokağı, hayatı okumak da bir okuma biçimidir. Evvela okumaktan önce
düşünmeyi bilmek lazım.
Cebrail’in Peygamberimiz’e getirdiği “Oku” emrinden kasıt
neydi? Peygamberimiz okuma-yazma mı biliyordu? Neyi okusun, kitap mı vardı?
Oradaki okuma bizim anladığımız manada bir okuma değil. Çok geniş bir okuma, aynı
zamanda etrafını okuma, gözlemleme… Düşünce ile hayatı birleştirme.
Modern
zamanlarda okumayı abartılı buluyor musunuz?
Dünyayı okuyan Avrupalılar, denizde insanları boğuyorlar.
Ahlak, merhamet olmadıktan sonra neyi okuyalım? Kitabı okuyor ama olup biteni
okuyamıyor, nasip.
Mesela adam Batı’da sosyolog, profesör. Dünyadaki fakirliği
anlatmış, Afrika ve Asya üzerine yazmış, cilt cilt kitaplar. Üniversitelerde
okutuluyor. Fakat bu adam hayatı boyunca bir kişiye yardım edememiş. Kendisini
ispatlamak, para kazanmak, diğerlerinden daha aşağı olmamak için tüm bunları
yapmış. “İnsan için ancak yaptığı vardır” derler. Oku oku da bunun hayata somut
bir yansıması olmadı mı neye yarar ki okumak!
Bu yüzden hiç kitap okumayan bir insan aydın olabilir ama
çok kitap okuyan insan da kör olabilir. Bu demek değil ki kitap okumak kötü bir
şeydir. Tabi ki okuyacaksın, okurken kendini sorgulayacaksın ve okuduğun her
şeye körü körüne inanmayacaksın.
Daha
çok hangi tür kitapları okuyorsunuz?
Dünya klasiklerini okuyorum.
En son
okuduğunuz kitaplar neler?
Kuşeyri Risalesi, Amak-ı Hayal’i de tekrar okudum.
Sizi
şaşırtan, ‘işte budur’ dediğiniz bir kitap oldu mu?
Oblomov romanından çok etkilenmiştim. Dostoyevski'nin
Karamazov Kardeşler romanı muhteşem.
Kitap
okumak bize neler kazandırır?
Kendini sorgulayarak okuyorsan çok şey kazandırır. Bir defa
konuşmanızı güzelleştirir. Kelime haznenizi çoğaltır. Farklı düşünmeyi öğretir
size. Kitap okumak sizi kapitalizmin kullanımından uzaklaştırır. Kitap
okumazsanız vaktinizi internette, TV’de, alışverişte harcarsınız.
Oktay
Çetinkaya kimdir?
1976’da Adana’da doğdum. Ortaokul terkim çünkü hem okuyup
hem çalışıyordum. Simit ve su sattım, kaportacıda çalıştım, hurdacılık yaptım.
1994’te kağıtçılık yapmak için İstanbul’a geldim. 1999’dan sonra sokaklarda
kitap tezgahı açmaya başladım. 2003’ten beri Beyoğlu’nda Lamelif Sahaf’ı
işletiyorum.